Madde Kullanımının Tarihsel Gelişimi
Sunumumda ağırlıklı olarak afyon ve esrar kullanımının tarihsel gelişimini ele almayı uygun buldum. Çünkü her ikisi de tarih boyunca kullanılagelmiş ve ülkemizde halen önemli oranda kullanılmaktadır. Ayrıca afyon hem etkinliği, hem güçlü bağımlılık oluşturma potansiyeli, halen kullanılması ve tarih boyunca kullanılmış olması nedeniyle model olarak gösterilebilecek bir maddedir.
Afyon
Önce afyon ve esrarın tanımına değinmek istiyorum.
Afyon bitkisine haşhaş denmektedir ve papaver seminiferum adıyla bilinen gelincik türünden bir bitkidir. İdeal toprağı kumlu kildir. Ilıman iklim, yumuşak hava ve düşük oranda nem yetişmesi için elverişli koşullardır. İçerdiği alkoloid oranı, yetişmesi sırasında aldığı güneş miktarı ve havadaki nemden etkilenmektedir. Bu nedenlerle ülkemizin de içinde olduğu iklim kuşağında yetişen afyonda yüksek oranda alkoloid bulunmaktadır.
Toplu iğne başı büyüklüğündeki tohumları sonbaharda ekilmektedir. Filizlendiğinde marul ve dereotunu andıran görünümdedir. Alkoloid üretmeye başlamadan önce yeşillik olarak yenmektedir. Alkoloid yoğun olarak bitkinin çiçek sonrası oluşan kapsülünde oluşur.
Geleneksel yöntemle işlendiğinde; kapsül yüzeysel olarak çizilir, sütsü öz suyu kapsülün dışında birikir, suyu bir miktar buharlaşır ve alkoloid yoğunlaşır. Oluşan afyon sakızıdır ve her gün toplanır. Ham afyon sakızı normal koşullarda yıllarca bozulmadan saklanabilir. Bu özelliği ticari değerini arttırmaktadır. Kullanılmadan önce biraz daha saflaştırılmak ve yabancı maddelerden ayıklamak için, önce kaynatılır ve üstte kalan sıvı atılır. Kalan kısım biraz kavrulur. Bu haliyle afyon kullanıma hazırdır.
Geleneksel yöntemler ile yasal haşhaş tarımı 1996 yılı itibariyle sadece Hindistan’da yapılmaktadır. İllegal tarımında ise sıklıkla kullanılan yöntemdir. Çünkü afyon sakızının taşınması kolaydır.
Haşhaştan (tohum) yağ çıkartılır. Yağı yemeklik olarak kullanıldığı gibi, sabun ve boya sanayisinde de kullanılır. Kalan posası hayvan yemi olarak kullanılır ve sütteki yağ oranını arttırdığı için Afyonkarahisar kaymağının bu denli meşhur olduğu söylenmektedir. Ayrıca tohumlar çörek yapımı ve ekmeklerin süslenmesinde de kullanılmaktadır.
Afyon sakızı tedavide şurup, damla, hap, fitil ve merhemler yapılarak kullanılmıştır.
Esrar
Esrar bitkisi cannabis sativa indica ya da hint keneviri ismiyle bilinir. Aktif madde içeren reçine bitkinin dişisinde yoğundur. Yaprakların altındaki kanalcıklarda küçük tanecikler olarak bulunur.
*Resimde görüldüğü gibi yapraklar arasında bir cisim dolaştırılırsa reçine cisme yapışır ve bu biçimde reçine toplanabilir.
Kuruyan yapraklar sigara gibi sarılarak içilebilir. Ya da yapraklar kurutulup ezildikten sonra ısıtılarak sertleştirilip plakalar halinde kesilerek pazarlanabilir.
Elde edilen toz ve reçineden haplar, merhemler yapılabilir veya tütün içine karıştırılıp içilebilir.
*Resimde esrara verilen isimler görülmektedir. İsimlerin çeşitliliği kullanımın yaygınlığı hakkında fikir edinmemize yardımcı olabilir.
İnsanlar tarih öncesi çağlarda çevrelerinde bulunan bitkilerin ruhsal durum üzerine etkili olduğunu anlamaya başlamışlardı. Sanıldığına göre bu tür maddelerin insan ve toplum hayatına ilk girişi ilkel dinlerdeki ayinlerle başlar. Bu toplumlarda hekimlik, tedavi, büyü-sihir arasında fark yoktu. Hasatlık da doğaüstü güçlere bağlandığı için, bu maddelerden tedavi amacıyla faydalanılmıştı.
M.Ö.4000 yıllarında Sümerlilerin haşhaş ve kenevir yetiştirdiklerine ve bu maddeleri tedavide kullandıklarına dair kanıtlar vardır. Kazılarda afyon tarımını anlatan kabartmalar bulunmuştur. Yine buna yakın zamana ait, İsviçre’deki kazılarda afyon kapsüllerine rastlanmıştır ancak bu türlerin alkoloid üretmeyen türlere ait olduğu sanılmaktadır. Kabul gören düşünce afyonun çıkış yerinin batı Anadolu olduğu yönündedir ve en az beş bin yıldır üretilip kullanılmaktadır.
“o sırada Zeus Helen’e bir şeyler tasarladı
bir ilaç attı ki şaraba,
yası, öfkeyi dindiren bir ilaçtı.
katıldığı sağraktan şarap içen
gözyaşı dökmezdi bütün gün
gnası, babası ölmüş olsa bile
ya kardaşını ya sevgili oğlunu
gözünün önünde tunçla kesseler
gözleriyle görse nasıl can verdiklerini
bir damla göz yaşı dökmezdi gene de”
Homeros (M.Ö.830–750)
Homeros, Odysseia’nın dördüncü bölümünde anlatmakta ve ilacın Mısır’dan geldiğini belirtmektedir.
M.Ö. 9.yüzyılda Mısır’daki Karnak Tapınakları, hekimliğin gizemli bir sanat haline geldiği yerlerdir. Tapınaklarda afyon çok önemli bir araç olmuştur. Bir rahibin mezar taşında şu dizeler yazılmıştır:
“gecenin ve ölümün kapısındaki çiçek;
acıyı giderirsin sen, ve de bilinci
düşleri sunarsın onun yerine
uykuyu ve ölümü”
Bilinen en eski farmakoloji kitabı sayılan Ebers Papirüsünde şu tarif yazmaktadır:
“haşhaş ile bitkisinin tohumları duvardaki sinek pislikleriyle karıştırıla, iyice hamur edile, süzüle ve dört gün ardarda verile”
Diyerek çocukların huysuzluk ve ağlamalarına birebir olan ilaç tarif edilmiştir.
Antik çağda afyonla ilgili başka bir söylence de şöyledir:
“Yeryüzünün ve bereketin tanrısı Demeter’in kızı çayırda arkadaşlarıyla oynarken birden bire yer yarılır. Cehennemin tanrısı Hades onu tutup yer altına kaçırır. Demeter şaşkın ve çaresiz Olympos’dan iner ve her yerde kızını aramaya başlar. Sonunda Mekone’ye varır. Orada kırmızı, beyaz çiçekler görür. Çiçeklerin kapsülünden çıkan özsu acıdır, tıpkı Demeter’in içindeki evlat acısı gibi. Bu öz suyu içer içmez her şeyi unutur. Büyük bir aldırmazlık içindedir artık. O unutunca birdenbire yeryüzünü kış kaplar. Bitkiler ürün vermez olurlar. Bunun üzerine tanrılar toplanıp; Demeter’in kızının yılın üçte ikisini yer yüzünde, üçte birini de yeraltında, Hades’in yanında geçirmesine karar verirler. Böylece mevsimler oluşur.”
Mitolojide afyonun özgün bir tanrısal kişiliği de vardır. Mekos adında güzel bir genç haşhaşın simgesidir. Bir lahitte Mekos ölüm tanrısı Thantos ile birlikte görülmektedir. Bu kabartma afyonun tehlikelerine ilişkin bilgi sahibi olunduğunu düşündürmektedir.
Asklepionlar sayesinde afyon çağın aspirini gibi kullanılır hale geldi. Asklepiad rahipleri, başvuranların dertlerini ve iyileştirme yollarını, onların düşlerinden yola çıkarak biliyorlardı. Bu düşleri görebilmeleri için, kutsal törenler sonrasında, tapınağın kutsallığı içinde bir gece uyumak zorundaydılar. Bu uykuya dalabilmeleri için verilen içki, beş kısım şarap, üç kısım bal ve bir kısım afyondan oluşuyordu.
O dönemde Meloslu Diagoros bu nesnenin durmadan aranmaya yol açan baştan çıkarıcılığı bulunduğunu, gerçeklik duygusunu yok ettiğini belirtip, bütün insanları bu nesneden uzak durmalarını tavsiye eden ilk kişiydi. Öfkeyle ayaklanan halk tarafından kent kapısında parçalanarak öldürüldü.
Büyük İskender’in orduyla ulaştığı her yerde haşhaş yetiştirdiği İskendernameler’de yazmaktadır. Kendisinin erken ölümüne şaraplı afyon tiryakiliğinin rolü olabileceği öne sürülmektedir. Her savaştan önce korku duygusunu gideren bu nesneden, her askerin dokuz topak tayın aldığı yazmaktadır.
Cleopatra Sezar ve Marcus Antonius’u yalnızca güzelliğiyle değil; “Cleopatra şarabı” diye bilinen özel bir içkiyle mest ettiği anlaşılıyor. Bu içkide afrodizyak etkili boru çiçeğinden başka yüzde otuz kadar afyon bulunmaktaydı.
Yunan ve roma uygarlığı zehirler konusunda çok bilgiliydi. Ölüm cezaları “baldıran” ile infaz edilmekteydi. Ancak önemli kişiler idam edileceğinde, baldıranın eziyetli ölümünü kolaylaştırmak için afyon da verilmekteydi. Tarihin en önemli siyasi suçlusu Sokrates M.Ö.399 yılında bu zehiri içti. Ölüm sahnesinde hiç ağrı ve acı sahnesi görülmediği, tam tersine bir kayıtsızlığın ve rahatlığın egemen olduğu yazılmaktadır.
M.Ö. 1.yüzyılda Pontos egemeni olan Mihridates zehir ve panzehirle uğraşmaktaydı. Kobay görevi gören binlerce köleden başka, bazen konuklarını da habersizce bu deneylerde kullanıyordu. Sonunda panzehiri buldu, içinde elliden fazla madde içeriyordu. Buna “Theirak” adını verdi. Tiryaki kelimesi buradan gelmektedir.
İmparator Neron’un hekimi Andromachus, klasik Theirak’ı biraz basitleştirdi ve afyon oranını yüzde otuza çıkardı ve “Theirak Andromachi” adını verdi. Neron bu ilaçtan günde çeyrek litre kadar içiyordu.
Galen Theiraktaki afyon oranını yüzde kırka çıkardı ve tarihteki en güçlü ağrı kesiciyi buldu. Kendisi de bu ilacın tutkunuydu.
Theirak doğu ve batı tıbbında yüzyıllarca kullanılmış olan bir devadır. Hipokrat da afyonun tedavi edici olduğunu ancak dikkatli kullanılması gerektiğini belirtmiştir.
İzmir’li Thedotos 750 yılında şu sözleri söylemiştir:
“Yalnızca sefiller, serseriler ve hukuku olmayanlar afyona bağlanırlar. Onlar kendi aşağılık durumlarına karşı ilaç ararlar. Ama şerefli ve saygın vatandaşlar için, yalnız hastalık durumlarında kullanılan bir ilaçtır.”
Bu sözler afyonun keyif verici madde olarak da yaygın kullanıldığını göstermektedir.
Orta çağda afyon ekim alanları Müslümanların eline geçmişti. Afyon kullanmak Müslümanları zengin edeceğinden afyon lanetlendi.
Orta çağ Avrupası sağlık ve şifayı dua etmekte, perhizde, kutsal yerleri ziyaret etmekte arıyordu. Antik tıp kilisenin baskısından kaçıp yeraltına indi. Afyon da büyücülerin başlıca ilacı oldu. O yıllarda afyona verilen adlardan bazıları: “İzmir macunu, ejderha kanı, uyku yağı, şeytan boku, cadı merhemi” dır. Günümüzde bazı falcı ve büyücüler arasında “şeytan boku” adıyla kötü kalite afyon topakları kullanılmaktadır. O yıllarda büyücülükle uğraşanlar yakılıyordu. Bu davalar sonucunda Almanya’da 17 bin kişi yakılmıştı.
Aydınlanma çağında afyonu tedaviye sokan Paracelcus’tur. Afyon, banotu, şarap, ardıç tohumu ve karanfilden yaptığı ilacın formülünü ölünceye dek sakladı. “Laudanum” adını verdiği ilacı şarlatanca tanıttı ve kısa sürede Avrupa’nın en ünlü ilacı haline geldi.
Sydenham, laudanum kullanımına bağlı ölümleri banotuna bağlayarak yeniden formüle etti ve “Laudanum Sydenhamii” geliştirdi.
Sydenham afyonun yoksunluğa yol açtığını fark etti. Ama bunu farklı yorumladı. Kendi sözleriyle şöyle demiştir:
“Sağlığıma hiç zararı dokunmaksızın günde 20 gr kadar alabiliyorum. Çünkü bu ilacı her gün düzenli olarak almaktayım. İlacın mükemmel şifa niteliğini, ilacı kesenlerin hemen hasta olmalarından anlamak mümkündür.”
Afyon Savaşları
Çin ve Hindistan’da afyonun öyküsü, bu maddenin sömürgecilikte kullanılmasına iyi bir örnek oluşturur. Çin’de afyonun 200 yıllık öyküsü, afyonun toplumları yok edebileceğine dair örnek oluşturmaktadır.
Çin’de 7.yüzyıldan beri ilaç olarak bilinen afyon 17.yüzyılda tütün içilmesinin yaygınlaşmasıyla yeni bir boyut kazandı. 18.yüzyıl başlarında Portekizliler Hindistan’da yetişen afyonu Çin’e götürüp satmaya başladılar. Çin imparatoru tehlikeyi sezdi ve 1729’da afyon satışı ve içimini yasakladı. Hindistan’da egemenliğini kuran İngilizler bu ticaretin önemini kavradılar. “Doğu Hindistan Kumpanyası” adlı şirket bu ticaret hakkını satın aldı.
Hong Kong Kanton ve Yunnan ketleri bu ticaretin merkezi haline geldi. Kumpanya afyonu Çin’li korsan ve kaçakçılara satıyordu. Çinlilerin aldıkları önlemler yeterli olmuyordu. 1840 yılında Çin polisi Kumpanyanın Kanton’daki depolarında ele geçirdiği yirmi bin sandık afyonu imha etti. Bu miktar Çin’in altı aylık tüketimine eşitti.
1841 yılında İngilizler Kanton’a saldırdı ve 1.Afyon savaş başlamış oldu. Üç yıl sonra imzalanan anlaşmanın maddeleri çok ağırdı. Çin adeta afyona teslim olmuştu. Bu anlaşmayla:
Hong Kong İngiltere’ye verildi.
Beş liman İngiliz ticaretine açıldı.
Çin 21 milyon dolar tazminat ödeyecekti.
Birkaç yıl sonra diğer ülkeler de bu imtiyazları aldılar.
Bu savaştan sonra Çin’de gittikçe yoğunlaşan yabancı düşmanlığı başladı. Bu düşmanlık 1900 yılında halk ayaklanması ve Pekin diplomat mahallesindeki 66 diplomatın öldürülmesine neden olacaktı.
1856 da polis bir Çinli’ye ait fakat İngiliz bandırası taşıyan bir gemiye el koydu ve 2.Afyon Savaşı başladı. Savaşa Fransızlar da katıldı. Dört yıl sonra Pekin’in işgaline kadar sürdü. İngiliz ve Fransızlar ek imtiyazlar aldılar.
Hindistan’da üretilen afyonun %75’i Çin’de tüketiliyordu. Hong Kong afyon limanı haline gelmişti. Afyon ”Divan” denilen dükkanlarda satılıyor ve kullanılıyordu. İç bölgeler Çinli kaçakçılar götürüyordu. Bazı bölgelerde erkek nüfusun %70’i afyon kullanıyordu. Talebin artmasıyla Çin’de afyon ekimi yaygınlaştı ancak kalitesi düşük olduğundan Hint afyonuyla karıştırılıyordu. Tarım arazilerine afyon ekilmesiyle bazı bölgelerde açlık tehlikesi başladığı yazılmıştır.
Çin’e yapılan ticaret ve afyon nedeniyle 200–500 milyon kadar insanın öldüğü tahmin edilmektedir. Hong Kong tarihe afyon devleti olarak geçmiştir. Bu gün faaliyette olan birçok dev şirketin sermayesi afyon ticaretiyle kazanılmıştır.
1949’da Mao’nun Çin Halk Cumhuriyeti’ni kurmasıyla, tarihin en başarılı uyuşturucu mücadelesi başladı. Afyon bağımlıları idam edildi. Yeni bağımlıların oluşmasını engellemek için cezalar arttırıldı.
Batı’da afyon, göç eden Çin’liler ve endüstrinin gelişmesiyle özellikle liman ve sanayi kentlerinde hızla yayıldı. Afyon galenik preparatları İngiltere’de 57, Almanya’da 200 çeşit markayla satılıyordu. En iyi müşterileri yeni oluşan emekçi sınıfı idi. Çünkü pahalı alkole para yetiştiremiyorlardı ve afyon tok tutuyordu. İşçiler kendileri işe gidince bebekleri sakin dursun diye afyon yutturuyorlardı. Bazı markaların reklamlarında bebek bakıcısından kurtardığı yazılıydı. Bu durumu İngiltere’deki bir alman şöyle anlatmaktadır:
“Burada yetişkin işçiler arasında afyon kullanımı her gün genişliyor. Eczanelerde en iyi satılan mal olarak görülüyor. Afyon alan bebekler küçük yaşlı insancıklara ya da daha doğrusu küçük maymunlara dönüyor.”
Birçok fabrika iş günü sonunda işçilerine afyon hapları dağıtıyordu. Çocuklara hapların yarısı öneriliyordu. Ancak bu dozla bile birçok bebek bir daha uyanmamak üzere uyuyordu. Bu nedenle 1825’te daha düşük oranda afyon içeren Hoffman damlaları üretildi. 1925’e kadar her evin baş ilacı olarak dolaplarda bulunmaktaydı.
1843’de İngiltere’nin bir sanayi bölgesinde yapılan incelemeye göre: 2500 ailenin 1600’ü düzenli olarak afyon kullanıyordu. Çocuk ölümleri %60’ın üzerindeydi. İlacın birden kesilmesinde ise sekiz çocuktan ancak biri hayatta kalabiliyordu.
Afyon işçi sınıfının kullandığı bir madde idi. Asiller alkol ile yetinirler, afyon içenler aşağılanırdı.
1803’te eczacı olan Serturver afyonu alkoloidlerine ayırdı ve morfini buldu. Kendisi akademisyen olmadığı için morfini kabul ettirmesi güç oldu. Enjektör bulununcaya kadar morfin popüler olamadı.
Galen döneminden beri afyon kullananlarda “afyon açlığı” ‘dan bahsedilmekteydi. Açlık ise midede duyulan bir histi. Eğer bir madde mideye uğramadan vücuda verilirse açlık oluşturmaz, aynı zamanda bağımlılık da geçirilir diye düşünülüyordu. 20.yüzyıl başlarına bu görüş böyle devam etti. 1864 yılında eczacı Charles Gabriel Pervaz ilk enjektörü yaptı. Bu fikir, elindeki filit pompasıyla tahtakurularını ilaçlayan hizmetçisini seyrederken oluşmuştu. Bir hafta içerisinde altı afyon bağımlısı morfin ile tedavi edilmişti.
Morfin asıl şöhretine 1870 yılında Prusya-Fransa savaşında ulaştı. Yaralılar dışında, savaş morallerini yükseltmek amacıyla sağlam askerlere de verilmişti. Savaş sırasında 3–6 ton kadar morfin üretilmiştir. Amerikan iç savaşında da morfin benzer biçimde kullanılmıştır.
1874 yılında Dr.Lohr “garip bir morfin açlığı” ve üç yıl sonra Dr.Fridler “düzenli morfin kullanmakta olan beş olgu” ‘yu yayınladı. Ama bu olgular alkolizmde olduğu gibi karakter zayıflığına bağlı istisna olgular olarak yorumlandı. 1879’da Dr.Levinstain 110 bağımlılık olgusu yayınladı. Hayvan deneyleriyle bu savını destekledi. Ama tıp 1900’e kadar morfinin bağımlılık yaptığını kabul etmedi. 1901’de Alman parlamentosu morfinin sadece eczanelerde satılmasında karar verdi. Yasaklanmamasının en önemli neden yürürlükte olan morfin vergisiydi. Morfin kullanıcıları orta ve üst sınıftan insanlardı. Hanımlar haftanın belli günleri toplanıp morfin iğneleri alıyordu. Gözde mücevher firmaları, şık kutular içinde, altın kaplama şırıngalar satıyordu.
1874’de İngiliz Wright morfine alternatif ilaç geliştirmeye çalışırken eroinin buldu. Ancak yeni ilaç morfin ile aynı özellikleri gösterince bir tarafta bıraktı. 1897’de Dresser Bayer laboratuarlarında aspirin üzerine çalışırken eroin bulundu. Bu madde ile morfin bağımlıları daha ilk iğneden itibaren tedavi ediliyordu. Ayrıca morfinden daha etkiliydi. Kısa zamanda dünyada en gözde ilaç oldu. Hatta reklama ihtiyacı olmadığından tanıtımından vazgeçildi. 1996 yılında sadece İngiltere’de ilaç olarak kullanılmaktadır.
Elde edilen bütün afyon alkoloidleri ve sentetik türevleri, eroin ve morfinde olduğu gibi bağımlılık yapmadığı, aksine bağımlılığı tedavi ettiği iddiasıyla pazarlandı.
İlaç endüstrisi1940’larda Barbitüratları, 1960’larda Mebromatı’ 1970’lerde Benzodiyazepinleri 1980’lerde ise Prozac’ı aynı yöntemlerle pazarlayacaktı.
Esrar
Esrarın anavatanı doğudur. Doğu mitolojisinde kutsal bir bitki olarak geçmektedir.
M.Ö. 2737’de şifalı bitkilerin tanıtıldığı bir yazılı kayıtta; “Fakir insanın gökyüzü, günahlardan kurtaran, ilahi yol gösterici, hüzün ve elemleri dindirici” olarak tanımlanmıştır.
M.Ö. 6.yüzyılda İskit Türkleri, Sümerler ve Asurlular bu maddeyi kullanmışlardı.
Antik çağda Dioskoridis ve Galen bitkinin tedavi edici özelliğini kullanmışlardı.
Esrarın dünyaya tanıtılması 13.yüzyılda Marco Polo’nun Uzakdoğu gezisinden sonra olmuştur.
Napolyon 1799’da Mısır’a vardığında askerlerinin esrar kullandığını görmüş ve yasaklamıştır. Askerler Fransa’ya döndüğünde esrar Avrupa’ya girmiş oldu. Ama esrar asıl şöhretini 1840’da kazanmaya başladı. Bir gurup ressam, şair ve tiyatro oyuncusu ve yazar, bir otelde toplanıp esrar ve afyon kullanmaya başladılar. Birçok sanat akımına öncülük eden bu sanatçılar, yazdıklarıyla esrarı tüm dünyaya tanıttılar. Birçoğu da bu maddelerin bağımlısı oldu.
Doğuda esrar tarih öncesi dönemden beri kullanılmaktaydı. 13.yüzyıl seyyahları tarafından Hindistan’da Hint fakirleri ve dervişler tarafından kullanıldığı yazılmıştır.
12.yüzyılda Mısır’da fakir halk tarafından çok yaygın kullanıldığı yazılmıştır. Bu alışkanlık ağır cezalarla önlenmek istenmiş ancak başarılı olunamamıştır. Kullanımı giderek her kesime yayılmıştır.
19.yüzyılda Mısır’a giden bir seyyah; akıl hastanelerine girenlerin yüzde otuzunda esrar alışkanlığı olduğunu yazmıştır.1884’de kenevir ekimi yasaklanmış, ”Mahassa” denen esrar kahvehaneleri kapatılmıştır.
Uygulamalarında esrar ve madde kullanmaları nedeniyle Haşişin devletini anlatmak istiyorum.
Haşişin devleti 1091–1276 yılları arasında, İran’ın kuzeyindeki dağlık kesimde, Alamut kalesi’nde egemenliğini sürdürmüştü. Devletin kurucusu Hasan Sabbah, Ömer Hayyam ve Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk ile beraber okumuşlardı.
Bu devlet düşmanlarına yaptığı suikastlarla tanınmış, “terör devleti” olarak anılmıştır. Suikastı gerçekleştirecek olan fedailer esrar ve maddelerle sarhoş edilir, vaat edilen cennetin bahçesine benzer bir bahçeye götürülürdü. Orada güzel kızlar fedaiyi karşılar, işleyecekleri cinayet telkin edilirdi. Fedailer Selçuklu veziri Nizam-ül Mülk’ü öldürdüler, Selahattin-i Eyyubi’ye iki kere suikast girişiminde bulundular.
Hasan Sabbah günümüzde anarşistler tarafından tanrı gibi görülmektedir.
Türklerde esrar ve afyon kullanımı
Emevi ve Abbasi egemenlikleri sırasında Araplar “kath” kullanıyordu. Ancak afyonun kitleleri uyuşturucu etkisini keşfetmişlerdi. Bu nedenle Türkler ve İranlıların afyon tarımı yapmasını ve kullanmasını teşvik etmişlerdi. Türkler tarihinde sadece o dönemde yoğun olarak afyon kullanmışlardı.
Galen’den etkilenen İbni Sina tedavilerinde afyon ve esrarı kullanmıştı. Hatta şaraba afyon karıştırıp içtiği, bu tutku sonucu öldüğü söylenmektedir. Sonrasında gelen Türk ve Müslüman hekimler esrarı tedavilerinde kullanmışlardır. Geleneksel tedavilerde de bu maddeler kullanılmıştı. Hatta “mesir macunu”nun içinde eskiden afyon olduğu bilinmektedir.
Osmanlı hükümdarlarıyla ilgili ilginç birkaç öykü:
Yavuz Selim şarap ve afyon düşkünü babasını tahttan indirip yerine geçti. Anadolu’daki Şii-Sünni çatışmalarını kızıştıran Şah İsmail’e bir mektup yazdı. Mektuba cevaben içi afyon dolu bir kutu geldi. Şah İsmail padişahın afyonkeş olduğunu, mektubu kale almadığını ima ediyordu. Bunun üzerine doğuya sefer düzenlendi.
Sadrazamının afyon kullandığını duyan 2.Murat, sadrazamını çağırıp uzun süre huzurunda bekletti. Yoksunluk belirtilerini göremeyince sadrazamına olan güvenini bildirmiştir. Olasılıkla padişah da afyon kullanmıştı ve yoksunluğunu biliyordu.
4.Murat, Yeniçeri isyanlarının afyon, şarap ve esrar kullanılan yerlerden çıktığını bildiğinden bu maddeler savaş açtı. Padişah Bağdat seferine giderken hekimbaşı Emin Çelebi’nin afyon kullandığını işitti. Hemen huzura çağırdı. Oysa hekimbaşı afyon içip sızmıştı. Kuşağındaki afyonun hepsi yutturuldu ve birkaç saat içerisinde öldü.
Evliya Çelebi 17.yüzyılda afyon ve esrar üreten dükkanları, satan esnafları, keşlerin görünümünü anlatmaktadır.
Osmanlı döneminde esrar yaygın olarak kullanılmıştı. Yasaklandığı dönemlerde bile hiçbir zaman 4.Murat dönemindeki gibi ağır cezalar uygulanmadı. Divan edebiyatında şaraba olduğu kadar esrara da övgüler düzenlenmişti. Şarapçı ve esrarcılar arasında atışmalar da görülmektedir.
İstanbul’da esrar “esrar tekkeleri”nde kullanılırdı. Tekkeler yasak olmasına rağmen oldukça yaygındı. “Kabak” denen, Hindistan cevizinden yapılan nargilelerde içilirdi. Kabak en az üç kişi tarafından içilirdi. Ücretin fazlasını ödeyene nargile sahibi, diğerlerine ”aşereci” denirdi. İlk çekim şerefi nargile sahibinindi. Sonra aşereciler, daha sonra diğer ehli-keyf çekerdi. Bu tekkelerdeki kullanım biçimi İskitlerin dinsel törenlerdeki kullanımını andırmaktadır. Bazı Bektaşi ve Nakşibendi tekkelerinde de benzer biçimde esrar kullanılmıştır.
1.Meşrutiyetin ilanıyla cezalar arttırılmış, bazı esrarkeşler afyon yutmaya başlamıştır. 2.Abdülhamit döneminde zindanlardaki suçluların esrar kullanımına göz yumulduğu yazılmıştır. Hatta zindanlara esrarın bilinçli sokulduğu, böylece suçluların uyuşturulduğu belirtilmiştir.
20.yüzyıl
Avrupa’daki gelişmeler Amerika’ya da yansımış, madde kullanımı yaygınlaşmıştı. Amerika uyuşturucu kullanımının engellenmesine her zaman önderlik etmişti; çünkü her zaman tüketici konumundaydı. 1902’de ABD de afyon araştırma Komisyonu kuruldu.
1909’da ABD’nin girişimiyle Şanghay’da ilk afyon konferansı toplandı. Alınan kararda afyon ticaretine ve tıp dışı kullanımına sınırlamalar getirildi.
1912’de Lahey’de ikinci konferans toplandı. Eroin, morfin, kokain ve hint keneviri uyuşturucu sınıfına alındı. Eroin ve morfin üretiminde ilk sırayı alan Almanya, anlaşmayı büyük savaştan iki yıl sonra onayladı.
1925’de Cenevre konferansı toplandı ama hiçbir karar alınamadı.
1931’de Türkiye’nin de katıldığı 2.Cenevre konferansı toplandı. DSÖ ve BM bünyesinde denetim organları kuruldu. Bu kuruluşlar sayesinde yasal üretimin yasadışı satışı engellendi ve yeraltı kendi üretimini yapmaya başladı.
Emperyalizme karşı savaşarak kurulan Türkiye Cumhuriyeti afyon ve esrar kullanımını önemli oranda azaltmıştı. 1932’de Milletler Cemiyeti’ne girdi ve “uyuşturucu maddeler inhisarı” kuruldu. Afyon üretim ve satışı bu kuruluşun denetimine verildi. 1938’de bir tekel olan TMO’na devredildi. Buna rağmen üretilen afyonun üçte biri kaçak yolardan gidiyordu. TCK’de yapılan değişikliklerle kaçakçılığa verilen cezalar arttırıldı.
Cumhuriyetin ilk yıllarında İstanbul’da yabancı sermayeli üç tane eroin fabrikası kurulmuştu. Tütüncü ve eczanelerde satışı başlamış, kullanımı hızla yayılmıştı. İlk bağımlılar ise ortamdaki havayı soluyan işçiler olmuştur. Zaralı etkilerinin anlaşılmasıyla kısa sürede kapatıldılar. O dönemlerde morfin kullanımı, günümüzde olduğu gibi sadece sağlık çalışanlarıyla sınırlı kalmıştır.
Esrar ve daha aza olmak üzere afyon gizlice kullanılmaya devam etti. Ancak Osmanlı dönemindeki kadar yaygın değildi.
1960’larda ortaya çıkan gençlik akımları yeni uyuşturucu kültür ve altkültürleri oluşmasına neden oldu. Tüm dünyada madde kullanımı ve çeşitliliği arttı.
Türkiye’deki gençlik hareketi daha çok sol söylemleri kullandığından ve dışa kapalı politika izlendiğinden dolayı madde kullanımı batıdaki kadar artmadı. Uyuşturucu emekçi sınıfı köleleştirdiği için yüzyılın başından beri sol söylemlerde lanetlenmişti.
Bu yıllarda artan talep nedeniyle kaçakçılık da artmıştı. Türkiye’den giden ham afyon Marsilya’da işleniyordu. Amerika’da satılan eroinin önemli bir kısmı bu yoldan geçiyordu. Bu nedenle ekimin yasaklanması için baskılar artıyordu. Ekim alanları daraltıldı. 1970 yılında sadece dört ilde yasal ekim yapılıyordu. Demirel’in “Bizde üretilen afyon Amerikan gençliğine bir hafta yeter” sözü yeterli olmuyordu. Amerikan politika kulislerinde Batı Anadolulun bombalanması, hatta Afyonkarahisar’a atom bombası atılması konuşuluyordu. 1971 Muhtırasından sonra afyon ekimi yasaklandı. Muhtıranın ABD isteğiyle ve afyon ekiminin yasaklanması için yapıldığı iddia edilmektedir.
Üç yıl sonrasında yeni yöntemlerle afyon ekimi tarımı yeniden başladı. En önemlisi ham afyon sakızı üretiminin yasaklanmasıydı. Afyon sakızı kolay taşınabildiğinden kaçakçılığa uygun bir maddedir. TMO’nun satın aldığı kapsüller sıkıştırılarak ihraç ediliyordu. 1980 yılında Bolvadin Alkoloid Fabrikası açıldı ve kapsülden alkoloid üretimine başlandı.
Günümüzde illegal afyon üretiminin büyük bölümü güneydoğu asyada yapılmaktadır. Burma, Laos ve Tayland altın üçgen olarak bilinir. Üretim bu ülkelerin dağlık kesimlerinde, büyük kaçakçı örgütlerin desteğiyle yapılmaktadır. Burma’daki bir örgütün elindeki silah ve askerler hükümetinkine eşitti. Egemen olduğu bölgede su, elektrik gibi altyapı hizmetlerini örgüt yürütüyordu.
Altın hilal diye bilinen ülkeler Afganistan, Pakistan ve İran’dır. İslam devrimi sonrasında uyguladığı cezalar ile İran afyon üretim ve kullanımını yok denecek kadar azaltmıştır.
İç savaş nedeniyle otoritenin zayıflaması nedeniyle Afganistan bölgenin en çok afyon üreten bölgesidir. İç savaşın en önemli sermayesi afyon gelirleridir.
Dünyada yasa dışı uyuşturucu kaçakçılığı gelirlerinin yıllık 800 milyar USD olduğu tahmin edilmektedir. Ülkemiz de transit rotası üzerindedir. PKK ve mafya nedeniyle 1980 sonrası rota iyi işlemiştir. Türk mafyasının yıllık gelirlerinin 40 milyar USD olduğu tahmin edilmektedir. Yöneticilerin kara paranın aklanması konusunda neden yavaş davrandığını bu rakamlar iyi açıklamaktadır.
Güney Amerika’da uyuşturucu tarfiği görülüyor
Eroin trafiği rotalarını görüyoruz.
Esrarı legalleştirme çabasında birçok topluluk mevcuttur. Halen Hollanda’da legal olarak kullanılabilmektedir.
Kaynaklar:
Babaoğlu A.N: Uyuşturucu ve Tarihi. Kaynak Yayınları, İstanbul,1997
Booth M: Haşhaşdan Eroine Uyuşturucunun 6000 Yıllık Öyküsü. Arıkan Ö (çev). Sabah Kitapları, İstanbul, 1997
Köknel Ö: Bağımlılık, Altın Kitaplar Yayınevi, 1998
UNDCP: (United Nations International Drug Control Programme): World Drug Report. New York, Oxford University Press, 1997