Bitkiler
İnsan, yapısındaki tüm maddeleri, çevreden alır. Çünkü çevresinde yetişen bitkilerle ya da onlarla geçinen canlılarla beslenir. Dolayısıyla, beslenmesine ve vücudunun alımına göre çevreden aldığı bu maddeler, elementler ve kimyasallar da değişkenlik gösterir.
Sağlığın tarifi niteliğinde olan vücuttaki bu elementler ve kimyasallar arasındaki ince dengeler, birikim ya da yetersizlik nedeniyle zamanla bozulabilir. Hafif dengesizlikler sağlıkta kırılganlık olarak kendini gösterirken, aşırılıklar veya yetersizlikler hastalıkların temel nedenleri arasında yer alacaktır.
Başlangıçta, vücudun ihtiyaç duyduğu azalmış maddelere karşı artmış iştah, fazlalık gösteren maddelere karşı isteksizlik ve mide bulantısı bu dengeyi korumaya çalışır. Fakat dengesizlik iştah yardımıyla çoğunlukla düzeltilemez, çünkü alışkanlıklar iştahı yönetir ve yönlendirir. Bir kaç elementin dengesizliği ise çoğunlukla aşırı iştahsızlık, aşırı iştah ya da iştahta sapma, yani iştah şaşkınlığı olarak kendini gösterir ve tümüyle çözümsüzleşir. Hamilelikteki aşerme diye adlandırılan iştah sapması bunun bir örneğidir.
Tüm bu risklerin önüne fazla beslenmeyle değil, dengeli beslenmeyle geçilebilir. Bozulan dengeler yine gecikmemek şartıyla bitkiler yardımıyla belli bir oranda düzeltilebilir. Bitkiler de insanın beslendiği çevreden beslenirler ve beslenmelerinde seçicidirler.
Bazısı bünyesine topraktan demiri fazla alır, kansızlık tedavisinde etkindir, örneğin Isırgan Otu gibi… Bazıları insülin hormonunun ko-faktörü -yani anahtarı- olan kobalt elementini depolar ve özellikle şeker hastalığında kullanılır; kekik gibi. Bazıları sinir sisteminde etkin kimyasalları fazla üretir; melisa otu, kantaron çiçeği gibi. Bazıları ise idrar söktürücüler açısından yoğundur; mısır püskülü, maydanoz gibi...
Yani, bitkilerle vücuttaki fazlalıkları azaltmak ve eksiklikleri yerine koymak, vücutta gerçekleşen kimyasal olayları desteklemek mümkündür.
Özetle, bitkilerin yardımıyla kolay hastalanmaktan korunmak, eğer hastalık kendini gösterdiyse orta - karar bir etkide bulunmak imkân dâhilindedir. Doğru uygulandıktan sonra, yan etki potansiyeli çok düşük böyle bir yöntemi akupunktur gibi etkin ve zararsız bir tedavi yöntemiyle buluşturmak ise tahmin ötesi sonuçlar vermektedir.
Beslenme ve Diyet
İnsanın yaşamak için enerjiye, temel madde ve elementleri almaya ihtiyacı vardır ki, buna beslenme denir.
İhtiyaç sevkiyle alınan şeylerin olması gereken miktarının vücuda elbette ki faydası vardır. Ancak kararından fazla alınan herhangi bir şeyin, gerçek bir ihtiyaçtan alınmadığı açıktır. İhtiyaç fazlası alınan maddeler ise vücutta birikime yol açarlar, vücudun normal işleyişinin önünü tıkayarak bozar ve hastalıklara neden olurlar.
Normalde, dilimizden hücrelerimize kadar, ihtiyacımız olan maddelerin ne olduğunu ve bu maddelerin ne kadarına ihtiyacımız olduğunu bildiren hassas ölçücükler, gizli minik laboratuarlar vücudumuzda yerleştirilmiştir. Ne var ki, yanlışta ısrar alışkanlıklara dönüşerek bu gizli laboratuarların işlevini de bozar. Örneğin sigara dumanını hangi bebeğin yüzüne savursanız rahatsızlık belirtisini halinde seyreder, yüzünde okursunuz. Oysa yanlışta ısrarın sonucu değişen ölçüler, o zararlı maddeden keyif almamıza ve o madde sanki temel ihtiyaç maddemizmiş gibi davranmamıza neden olur.
Bu durumdan kurtulmamız için tersine bir süreci başlatmamız gerekecektir. İhtiyacımız olan besin maddelerini ve miktarlarını, lezzet alışkanlığı ve bağımlılıklar nedeniyle dengeleri şaşmış olan iç danışma merkezlerimize sormaktan ve onların verdiği kararlara uymaktan vazgeçerek dışarıdan belirlememiz gereklidir. İşte beslenme diyeti budur.
Yani, bir insanın yaşadığı çevreye, iklim koşullarına, vücudunun normal işlevlerine göre alması gereken enerji miktarını ve çeşitliliğini dışarıdan belirlememize, o kişinin beslenmesini alışkanlıklarının yönetmesine izin vermeyişimize beslenme diyeti diyoruz.
Belirlenen bu miktardan fazlasını almaması için uygulanan yöntemlere de destek tedavileri diyoruz. Örneğin bazı bitkisel çaylar, hastanın varsa diğer rahatsızlıklarına zarar vermemeleri şartıyla iştahı azaltabilir, biriken enerjinin kaybına yardımcı olabilirler.
Akupunktur tedavi yöntemi ise, bozulan iç dengeleri yeniden düzenleyerek işleyişinin orijinal haline dönmesine, hastanın bağımlılıklarını tedavi ederek arzulanan diyetin uygulanmasına ciddi anlamda zemin oluşturabilmektedir.
Hareket ve Dinlenme
İnsan vücudunun temel işlevi, çevreyi algılamak ve hareket etmektir. Görmek, koklamak, yoklamak, eylemin yönünü belirlemek için gereklidir. Hareket edemeyen iç organlar ise, hareketli olan organlara gerekli maddeleri gereğince sağlamak, vücuttan uzaklaştırılması gereken atık maddeleri atılabilir hale getirmek ve atmak için çalışırlar.
Bu tanımın haricinde yer alan tek organ beyindir, o da işlerin organizasyonunu üstlenmiştir.
İnsan vücudunun gündüz ve gece işleyişi hareket eden ve edemeyen organların işlevleriyle yakından ilgilidir. Vücudumuz gündüz ritmine geçtiğinde gece ritmine oranla farklılıklar meydana gelir. Bu hormonal ve işlevsel farklılıklar, daha çok, istemli olarak hareket ettirebildiğimiz organlarımızın, yani azalarımızın ve kaslarımızın verimli çalışmasını sağlamaya yöneliktir.
Gece ise, vücuda gıda ve enerji temin eden, hareket etmek için değil de hareket eden organlara hizmet eden diğer organlarımız daha rahat çalışırlar. Gündüzün yükünden kurtulan bu organlar hem işleyişlerini düzenler hem de gündüz için hazırlıklar yaparlar.
Gerek gündüz için hazırlanan organlarımızın hakkını vermemek, yani onları ihtiyaçları olan hareketten mahrum bırakmak, gerekse, gece hazırlanması gereken organlarımızın ihtiyacı olan sükûneti onlara uyku ile sunmamak bu görev birlikteliğini bozarak vücudun tümü için sakıncalı sonuçlara yol açarlar.
Yine, hareket ve dinlenme ihtiyacımızın gereğinden fazlası da, sağlığımız için sorunlu bir alana geçmemize neden olur. Gereğinden fazla hareket, hareket eden organlara hizmetle görevli organlarımızın normal mesai ile temizleyebileceklerinden daha fazla atık madde birikimiyle sonuçlanır. Bu birikimi temizlemek için karaciğer ve böbreklerimiz fazla mesai yapmak zorunda kalır ve yorulurlar. Gereğinden fazla uyku ise kaslarımızı tembelleştirerek hareket isteğimizde azalmaya neden olur, bu da vücudumuzda gıda ve enerji birikmesini netice verir.
Ayrıca, hareket ve dinlenme arasında olması gereken dengenin bozulması, birçok hormonal rahatsızlığın da açığa çıkmasını kolaylaştırır.
Yapmamız gereken ise oldukça basittir: Stres oluşturmaksızın yeterince hareket etmek, eğer şehir yaşantısı buna izin vermiyorsa, irademizi kullanarak bu hareketi egzersizlerle ve rahat yürüyüşlerle gerçekleştirmek; gece uykusundan yeterli miktarda istifade ile vücudumuzun yeni güne hazırlanmasına izin vermektir.
Hayat = Denge
Hayat ile neticelenen olaylar dizisine baktığımız takdirde sürekli tekrarlanan ve tekrarlandığı her basamak için hayati önemi bulunan iki temel geçeği görürüz:
1- Farklılık
2- Birliktelik
Hayatın içerisindeki farklılık ve birliktelik örnekleri sayılamayacak çoktur. Mesela en geniş dairede güneşlerin ve gezegenlerin birlikteliğini görürüz. Biri ateştir ve aydınlatır, diğeri ise aydınlanmaya muhtaçtır. Yine en dar daire olan atomlarda elektronların ve protonların birlikteliklerini gözlemleriz. Bu ikisin ortasındaki hemen her şey farklılığın birlikteliğine birer örnektir. Sıcak ve soğuk, kuruluk ve nem, ateş ve su, durgunluk ve hareket, sert ve yumuşak… Hatta polenler ve çiçekler, erkek ve dişil özellikler karşıt özelliklere birer örnek oldukları gibi, üretkenliğe de örneklik ederler.
Özetle, hayatın beşiği olan dünyada ve özellikle hayatla sonuçlanan her olayda bu durum rahatlıkla gözlemlenebilir.
Denge
Güneşle dünya arasındaki mesafenin ölçüsü, atmosferdeki gazların oranları, topraktaki elementlerin miktarları hep bir denge üzeredir. Bu hassas dengeler, hayat ile neticelenen her olayda yaşanan bir gerçektir. Hava, su, toprak, toprak içerisindeki yüzlerce değişik element ve binlerce farklı bileşik değişik ve farklı oranlarla bir araya gelerek hayata merhaba derler.
Vücudumuzdaki minerallerin ve bileşiklerin de oranları bellidir, bu oranlardaki en ufak bir şaşma hayatımızı tehdit etmektedir.
Çevresel denge hayata beşiklik ettiği gibi, canlıların bünyelerindeki dengeler de hayatın bir yansıması olan sağlıklı olma haline zemin oluşturur. Evrendeki veya vücudumuzdaki unsurların herhangi birinin olması gerekenden daha az ya da çok olması dengeyi bozacaktır. Bozulan dengeler yaşadığımız çevrede ısınma, kıtlık ve susuzluk, çoraklık olarak kendini gösterdiği gibi, vücudumuzda da sağlığın bozulması ve hastalıklar olarak kendini gösterir.
Yönetici organlarımızın bozulan dengeleri 'yeni bir denge' olarak kabul etmeleri ise hastalıkların kronikleşmesinin en önemli nedenleri arasındadır.
Problemi kronikleştiren bu bozuk dengenin yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Ama nasıl?
M. Salih Özaytürk