Beyin araştırmalarından aldığımız en büyük ders şiddetin, tüm karmaşık insan davranışların da olduğu gibi, beyin ile çevre arasında ömür boyu devam eden gelişimsel bir sürecin sonucu olduğudur. Beynin tecrübelerimizi dikkatle izleme yolu , organik bir tarihçi gibi, kimyasal moleküller aracılığıyla olur. Bu tecrübelerimiz, özellikle duygusal ve strese karşı tepkilerimizle ilgili olarak, sinir sistemi hormonları ve kimyasında meydana gelen değişiklikler şeklinde kaydedilir. İlk kez karşılaştığımız biriyle karşılıklı etkileşime girdiğimizde, bunu, "Dünya güvenli mi?, İnsanlar genelde güvene layık mıdır?, Ona baktığımda hakkında ne öğrenebilirim?, gibi defalarca yanıtladığımız soruları, nörokimyasal bir profile dayandırırız. Buna karşlık olarak bazı duygusal reaksiyonlar ve duygularımız bizde, o hislerin kimyası, tepkilerimize dönüştürülür. Sonra karşımızdaki kişi bize tepki verdiğinde ve onların tepkilerine bizim duygusal yanıtlarımız da beynin kimyasını değiştirir. Yani her etkileşimden sonra biz dünya ve dünya ile ilişkimizi nörokimyasal olarak günceller, yeniden düzenleriz.
Beynin en hayret verici özelliği onun çok esnek ve kolay uyum sağlayabilir oluşudur. Dünyaya boş olarak gelmedik. İnsan beyninin yapılanmasına, sosyal olmak isteğine, aletleri dil gibi kullanma yeteneğine ve dünyayla basit iletişim kurma yeteneğine sahibiz. Bazı bebekler çok hareketlidir. Bazıları da sakin. Aktivite düzeylerindeki, tepkilerdeki ve duyarlılıklardaki bu farklar mizacın temelleridir. Yani bu karakteristikler mizeç ve davranışlarımıza şekil verirler ve çevremizle uyumludurlar. En önemli programlama duygulara hükmeden ve hayatın zorluklarına yanıt vermemizi sağlayan strestir. Bu nöronal sistemleri şekillendirme yeteneğimizi kendi kişisel çevremize uyarlamak kendi kişisel durumumuza adapte olmamıza yardım eder. Eğer kendimizi güvensiz bir çevrede, koşulda hissedersek hayatı devam ettirme yönünde olacak şekilde davranışlarımızı uyarlarız. Rahat bir ortamda davranışlarımız farklı bir yönde değişir.
Yetişkinlerde davranış modellerine bakabiliriz ve bu duygusal yanıtları değiştirip kontrol etmek için bilinçli kelimesini kullanabiliriz. Çocuklarda bu tam gelişmemiştir. Çünkü bu sistemler gelişme sıralamasında en yavaşlardandır.
Makul ve mantıklı olduğunu düşündüğümüz beyin bölümlerinin -ki çevreye basit tepkiler vermek yerine kararlar ve fikirlerle çalışırlar- gelişmeleri için 20 yıl gerekir. İnsan beyninin en gelişmiş bölümü olan prefrontal korteks temsili düşünme veya duygu ve düşünceleri yönetme yeteneği çok önemlidir. Beynin bu fonksiyonları genç erişkinliğe kadar tam olarak olgunlaşmaz.
Bu devre çok yaygındır ve duygularla bağlantılıdır. Yani elele çalışırlar. Güç kullanma yeteneği yani saldırganlık yaşamda sergilediğimiz davranış kalıplarımızın doğal bir parçasıdır. Saldırganlık önemlidir. Eğer saldırgan olamazsak kendimizi veya çocuklarımızı koruyamaz, savunamazdık. Aynı şekilde, yaptığımız işte ve sporda yarışamazdık. Fakat ne zaman bu normal davranış uygunsuz kişiye yönelik, yanlış yerde, zamanda ve miktarda olursa şiddete döner ve kabuledilemez olur. Bunlar olurken kişinin tehditleri doğrulukla saptama yeteneğinde değişiklik meydana gelir. Bunlar ya selim uyaranlara abartılmış tepkiler ya da ciddi tehditlere karşı duyarsızlık şeklinde ortaya çıkar. Birşeyler çevrede olup bitenleri anlamalarına ve doğru tepki vermelerine engel olur. Frontal korteks duygusal tepkilerimiz için bilgi toplamada ve "dur, işler göründüğü gibi değil, geri adım at ve tekrar düşün" diyerek bunları açıklamada büyük bir rol oynar. Eğer kişi dünyanın kendisine karşı olduğunu düşünmeye başladıysa ve en ufak tahrikte aşırı tepkilerde bulunuyorsa bu şiddet reaksiyonları kontrol yeteneklerinin önüne geçer, çünkü yaşamı devam ettirme yönünde çalışırlar.
Eğer davranış gelişimsel bir sürecin sonucuysa çocukluk dönemi insan davranışları için çok önemlidir, çünkü beyin oldukça hızlı gelişir. Özellikle, dünyanın ne kadar güvenli olduğu konusundaki kararlarımız ve doğru sosyal davranışı öğrenmemiz, bu erken yaşlarda olur. Sanırım toplumumuzda yaptığımız iyi işlerden biri, hiç olmazsa her çocuğu birey olarak tanımlamaktır. Demek istediğim çocuklar, mizaç ve dünyaya verdikleri tepkileri farklı olarak dünyaya gelirler. Böylece ebeveynler ve bakıcılar için eleştirel bir adım, mizaçtaki farklılıkları anlamak ve çocuğun doğasına karşı olmak yerine onu öğrenmeye çalışmaktır. Sanırım, ebeveyn ve çocuklar için yüksek riskli durumları tanımlamak ve sorun oluşmadan müdahale etmek de çok önemlidir. Çalışmalardan bildiğimiz yüksek riskli anne ve çocukların eğitimli vasileri eşliğinde, önceki duruma göre, olumlu gelişim gösterdikleri ve bunun gerçekten anlamlı olduğudur. Son olarak, biz işlerin kötüye gittiğini veya çocuğun sosyal yönden gelişemeyeceğini tespit etmeli ve olabildiğince çabuk müdahale edip düzeltmeliyiz. Biz çocukların entellektüel, sosyal, fiziksel gelişimiyle ilgili endişelenerek çok zaman harcarız. Çocuk uzmanı hekimler ayrıntılı fizik muayeneye karşın eleştirel olması gereken çok az soru sorarlar. Çocuğun yaşı büyüdükçe açığa çıkarılması zorlaşan problemlerin çoğunun temeli hayatın erken yaşlarına dayanır.
Her çocuğa uygun eğitim ve müdahale yaklaşımlarımız var. Sanırım her çocuğun kişisel ve özel ihtiyaçlarına daha yakından bakmalıyız. Eğer şiddetin çıkışına bakacak olursak çok farklı şiddet davranışı modelleri olduğunu görürüz. Heyecan verici yeni araştırmalardan bazıları bu farklı modellerle ilgili fizyolojik farklılıkların da olduğunu gösteriyor. Söz gelimi hem aşırı hem de yetersiz tepki modellerinde olduğu gibi. Yetersiz tepki veren çocuklar duygusal empati geliştiremezler ve büyürlerken "soğuk" olarak adlandırılabilirler. Düşük kalp atım hızı, düşük galvanik deri testi (yalan makinesi) yanıtı ile fizyolojik olarak gerçekten farklıdırlar. Duygusal yanıtları eksiktir çünkü kuralları öğrenmeleri zordur. Davranış ve sonuçlarla duygu ve hisleri bağdaştıramazsanız, doğru davranmanıza yol gösterecek kararlar ve öncelikleri belirleyemezsiniz. Fakat problem aşırı tepki verenlerden çok farklıdır. Aşırı tepki veren çocuklar için tehdit, bilinçli düşünme süreçlerini başlatabilmeyi yavaşlatır. Buna karşın yetersiz tepki veren çocuklar için tehdit onların sosyal davranışları öğrenmesini kuvvetlendirir, zira onların doğuştan gelen öğrenme problemi vardır.
Biraz da korkutmaktan sözedelim. Sanırım korkutma okullarda uzun zaman gözden kaçmıştır. Fkat çocuğunuz o çevrede 6-7 saat geçirir, ve her gün gördüğü şiddet çok yıkıcı olur. Bence okullarda, şiddeti önleme ve şiddetle mücadele programlarını uygulamak denenmişse de bu konuya gereken önem verilmemiştir. Korkutmaya karşı daha uyanık olunmalıdır. Çocuklar arasındaki saldırganlığın tümünü durdurmaya çalışmıyoruz fakat birbirlerine ezitet etmemeleri, birbirlerini tehdit ve rahatsız etmemeleri, zorlamamaları için daha dikkatli olmalıyız ve bunu erken yapmalıyız.
Şiddet gösteren, saldırgan, beyin kimyasını çok az değiştiren bir tutum sergiler. Bu tutum, "dünya güvenli değil" düşüncesini kuvvetlendirir ve yanıt olarak bir başkasına şiddet uygulanır. Bu korkutulan kişi için de çok yıkıcıdır, aynı problemli evde yaşayanlarda olduğu gibi. Bazı çalışmalar %30 çocuğun, hem kuban hem de şiddet gösterenlerde olmak üzere okul hayatları boyunca bu etkileşimlere karıştığını ima etmektedir. Kurbanlar aşırı şiddete maruz kalmalarının bir sonucu olarak, kendilerini izole etmeye dışlanmaya eğilim gösterirler, ve izolasyon şiddet için kuvvetli çevre seçici bir faktördür. Dolayısıyla okullar ve aileler bu sorunun belirtilerini farkedebilirler. Sosyal grubundan izole olmaya başlayan çocuk risk altındadır.
Çocukların gelişiminde önemli olan ne oldukları değil, çevreleriyle sergiledikleri uyum daha önemlidir. Stella Chess ve Alexander Thomas çocuğun mizacıyla aile eğitimi arasındaki uyumla ilgili harika bir çalışma yapmışlardır.
Geçmiş bu gün için bilgi verebilir ama geleceği konrtol edemez. Bir çok kez insanlar biyolojik terimini hastalık, yanlış giden veya değiştiremeyeceğimiz şeyler için kullandı, bu yanlıştır. Beyin hayat boyu değişkendir. Açık konuşmak gerekirse yerleşmiş davranış modellerini değiştirmek çok zordur. Fakat "biyolojik" terimi pes ettiğimiz anlamına gelmez, aksine insan doğasıyla çalıştıkça davranışlarında değişiklik yapabiliriz demektir.
Debra Niehoff ile görüşme, Çeviri: Dr.A.Erkin Bozdemir