Boğulma tehlikesi atlatmayan cankurtaran, nezarette yatmayan polis, yangının ortasında kalmayan itfaiye eri, ameliyat masasında yatmayan operatör doktor müdahale ettiği kişinin nasıl bir psikoloji içinde olduğunu tam anlamıyla kestiremez. Hayatının bir döneminde şişmanlık problemi yaşayan bir diyetisyen olarak pek çok çalışma alanımız varken, özellikle obezite alanını seçtiğimi belirtmek isterim. “Şişmanlar genelde mutludur” deseler de yalan. Bana göre şişmanlar genelde vurdumduymazdır.
Türk toplumunun önemli bir zaafı vardır: Trafikte, can kaybı ile sonuçlanmış bir kaza mahallinden geçerken ölümün ne kadar soğuk olduğunu hatırlar, üzerinden 2 dakika geçmeden aşırı süratle gitmeye devam ederiz. Hasta ziyareti sonrasında hiç vakit kaybetmeden bi’ sigara yakarız. Deprem gibi doğal afetlerden bir türlü ders çıkarmaz hayata kaldığımız yerden aynen devam ederiz. Ancak şu bir gerçek: Sağlığın şakası olmaz!
Özellikle Türkler “bana bir şey olmaz” düşüncesi ile hareket etmeyi seven bir toplum. Nasıl ki kalp krizi geçirmeden, akciğer kanseri olmadan sigarayı kolayca bırakamıyorsa; kalbi sıkışmadan, ambulansa binmeden, ölüm korkusunu hissetmeden zayıflama kararı alamıyor. Toplum olarak illa ki bir sorun ile karşılaşmayı bekliyor, öncesinde tedbir almıyoruz. Madem kalp krizinden bahsettik, biraz düşündürücü bir bilgi verelim: Erkeklerde kalp krizi görülme sıklığı kadınlardan çok daha fazladır (bu durumda kadınlar şanslı görünüyor). Erkekler çekirge misali; birincide uyarı almakta, ikinci krizde sarı kart, üçüncüde ise kırmızı kart görmekteler. Buna karşılık çevrenizde kalp krizi geçirmiş fazla kadın göremezsiniz. Muhtemelen mezardadırlar. Gerçekten de kadınlar pek fazla kalp krizi geçirmezler, ancak olası bir krizin tahrip gücü çok kuvvetli olmakta ve direkt kırmızı kart görmek misali genelde ölümle sonuçlanmaktadır (bu durumda erkekler şanslı görünüyor). Bu durumda siz karar verin: Hangi cinsiyet daha şanslı? Sanırım erkeklerin kendilerine çekidüzen vermeleri için bir fırsatı olduğundan daha şanslı olduğu düşünülebilir. Ancak kalp krizi geçirildikten sonra yaşam şekli değişse de iç organlarda bir kere tahribat olmuş demektir. Asıl önemli olan; sağlık sorunu yaşamadan tedbir alabilmektir. Bazen kişi yeni kararlar almaya vakit bulamadan ölümü tadabilmektedir. Bu yüzden koruyucu sağlık hizmetleri sağlığın ve canlılığın sürdürülebilmesi konusunda en az tedavi edici sağlık hizmetleri kadar büyük önem taşır. O nedenle şişmanlığın tedavisinde her ne kadar eğitim, diyet tedavisi, fiziksel aktivitenin artırılması, yaşam tarzı değişikliği, ilaç tedavisi, cerrahi tedavi gibi konulardan bahsedilse de; en iyi tedavi hiç şişmanlamamaktır. Biraz olsun kemerler sıkmaya başladığında 1 - 2 seans da olsa diyetisyen desteği almakta yarar vardır. İlla ki sağlığı kaybetmeyi beklememek gerekir. Gerçi biz sağlık profesyonelleri ne kadar sağlığın veya beslenmenin önemini sizlere aktarmaya çalışsak da sizler bildiğinizi okumaya devam edeceksiniz. O yüzden makalenin başlığını “şişmanlar sakın okumasın!” diye seçtim ya (sözüm ilk paragrafta bahsettiğim vurdumduymaz şişmanlara). Okuyup, ardından da hiçbir çaba göstermeyecek olduktan sonra boşuna zaman kaybetmeyin diye…
Hiç düşündünüz mü? Bir ilkbahar sabahı güneşin doğuşu ile uyanıyorsunuz. Birbiriyle cilveleşen kuş sesleri ve mis gibi kokan kır çiçeklerinin kokusu yatağınıza kadar uzanıyor. Güneşin pırıltısı gözlerinizi kamaştırıyor. Güne daha da zinde başlamak adına ılık bir duş almak istiyorsunuz. Tam şampuana elinizi uzatmışken kolunuzda küçük bir leke ile karşılaşıyorsunuz. Sabunlu suyla o lekeyi çıkarmaya kalkarken diğer kolunuzda daha önceden fark etmediğiniz bir, iki, hatta üç ufak ben gözünüze çarpıyor. Merak, yerini endişe ve paniğe bırakıyor. Apar topar banyodan çıkıyor, giyiniyor ve ana caddedeki hastanenin yolunu tutuyorsunuz. Aynı mahallede büyüdüğünüz cildiye uzmanı dostunuz, şüpheci bir tavırla “örnek alınıp patolojide incelenmesi gerekiyor” diyerek sizi daha da strese sokuyor. Sonucu beklemekten başka yapabileceğiniz hiçbir şey olmamasına rağmen içiniz içinizi yiyor ve “ya kötü bir sonuç çıkarsa” düşüncesi ile birkaç gece uykusuz kalıyorsunuz. Ardından arkadaşınız sizi telefonla arayarak çalıştığı hastaneye çağırıyor ve kötü haberi veriyor: Artık cilt kanserisiniz! Duyduklarınıza inanamıyor ya da inanmak istemiyorsunuz. O an dünya başınıza yıkılıyor. Kelimeler boğazınızda düğümleniyor ve dostunuza sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlıyorsunuz...
Hayat ne kadar boş değil mi? Bu senaryo kötü bir örnek olabilir. Ancak basit görünen kol kırılması bile o an için en acil durum haline gelir. İşyerinizdeki toplantıya yetişmeye çalışırken ayağınız takılıp biçimsiz bir şekilde yere düşseniz ve kolunuz kırılsa; en yakın hastaneye mi yetişmeye çalışırsınız, yoksa hiçbir şey olmamış gibi üstünüzü başınızı temizleyip kırık kolla toplantınıza mı gidersiniz? Pek çok insan, kendisine tanı konulmadığı sürece hastalıkların kendisini ilgilendirmediğini düşünür. Halbuki vücut yaşam boyu olumsuz etkenlerle mücadele eder. Henüz herhangi bir sorun yaşamamış olmak, ömür boyu o problemle hiç karşılaşılmayacağı anlamına gelmez. Kimse 1 günde kanser, diyabet, obezite vb kronik hastalığa yakalanmaz! Çiçekler de 1 günde kurumazlar. Sulamayı ertelemek ilk başta sorun yaratmaz. Ancak birkaç yaprağın kurumasını müteakip sulamayı ihmal edersek bir gün pek çok yaprağın sararmış, hatta dökülmüş olduğuna tanık olabiliriz.
Benzer durumlar hastalıklar için de geçerlidir. Genelde olumsuz bir tablonun ortaya çıkmasından önce tedbir alınabilecek uzun bir süreç yer almaktadır. Örnek olarak; insüline bağlı olmayan diyabet tanısı alan kişilerin yıllar öncesinde yaptırmış oldukları kan şekeri ölçüm sonuçlarından prediyabet tanısı çok rahatlıkla konulabilir ve diyabet oluşmadan önlenebilir. Duyarlı insanlar, yerine göre sadece birkaç hastalığın belirtisi olabilecek baş dönmesini bile “karşıdan karşıya geçerken veya araç kullanırken tekrarlaması durumunda ölüme dahi sebebiyet verebilir” düşüncesiyle önemser iken; duyarsız insanlar 50’den fazla hastalığa ve dolaylı olarak ölüme davetiye çıkaran obezite sorununu neden hafife alırlar? Hem de uyurken, kıyafet seçerken, ayakkabı bağlarken, yürürken, merdiven çıkarken, en ufak bir aktivite durumunda ter içinde kalırken, yaşattığı olumsuzluklarla kendini sürekli olarak hissettirirken ve hepsinden ziyade önlem alma olanağı varken; neden sağlığını sokakta bulmuş gibi davranır insan? Aslında cevabı çok basit: Obezite sinsi bir hastalık ve sigara gibi yavaşça öldürüyor. Dilerseniz bu örneklerden sonra hala vurdumduymaz tavırlar sergilemeye devam edebilirsiniz, sonuçta hayat ve tercih sizin. Ancak eskiyen pantalonunuzu fırlatıp atıp, yenisi ile değiştirebildiğiniz gibi bedeninizi yenileyemeyeceğinizi bilmenizi ve size emanet olarak verilen vücudu daha sağlıklı ve verimli olarak kullanmanızı tavsiye ederim. Kaç sene yaşayacağını kimse bilemez. Keşke dememek ve son nefesi verdiğiniz anda yanınızda bulunanların da “keşke” demesine mani olmak sadece ve sadece sizin elinizde…
Şahsen, diyabet yani şeker hastalığı tanısı konulan danışanlarıma “Allah hastalığın bile en tatlısını vermiş size” diyerek moral veririm. Aslında bu durum beklenen yaşam süresini uzatmak ve yaşam kalitesini artırmak adına kişiye sunulan bir fırsat gibidir. Fakat dikkat edilmesi gereken 3 önemli nokta vardır: Sağlıklı beslenmek, kilo fazlalığı olsun veya olmasın egzersiz yapmak ve düzenli olarak doktor takibinde olup, önerilen bir ilaç varsa zamanında kullanmak. Kişi zaten bu ilkelere dikkat ederse daha uzun ve kaliteli bir yaşam sürdürür. Ancak dikkat edilmezse, biz sağlık profesyonellerini bile korkutur. Çünkü vücuttaki tüm damarları ve sinirleri tutarak en başta kalp - damar hastalıklarına, hipertansiyona ve kronik böbrek hastalıklarına zemin hazırlar. Diyabet, Avrupa’da 1 numaralı körlük sebebidir. Bacağını kaybedenlerin yarısı diyabetlidir… Kötü örnekleri daha da uzatmak mümkündür. Henüz vakit varken tedbir almak, hastalık tanısı konulmadan bir diyabetli gibi yaşam sürdürmek sağlık adına yapılacak en doğru adım olsa gerek.
1200 cc motor hacmi olan yaklaşık 1 ton ağırlığındaki arabanıza, her birinin vücut ağırlığı ortalama 100 kg olan 4 arkadaşınızla binip, klimayı açıp, bir de yokuş çıkmaya kalkarsanız ne olur? Düşünün ki, 70 kg iken size hayat veren kalp, ciğer, böbrek gibi organlarınız ile o yükü taşımaya çalışan eklemleriniz, 140 kg ağırlığa ulaştığınızda mevcut kapasitelerinin çok üzerine çıkarak sizi sırtlamaya çalışacaktır. Ancak bu özveriyi ne kadar sürdürebileceklerini ne siz tam olarak kestirebilirsiniz ne de doktorlar.
Hayatta hiçbir şeyin garantisi yoktur. Trafik çok akıcı iken planlanan yere zamanında gidilebilir ancak 2 dakika sonra gerçekleşen zincirleme bir kaza sebebi ile trafik birden kilitlenebilir ve arkanızdaki araçlar hedeflerine 2 saatte ulaşamaz. İdeal vücut ağırlığının çok üzerinde olan bir kişi, laboratuvardan kan tahlil sonuçlarını aldığı esnada tüm değerleri referans aralıkta olsa dahi kalp krizi geçirebilir. “Attığın taş ürküttüğün kurbağaya değer mi?” diye bir söz vardır. Bu soruyu her 2 şekilde de sormak mümkün: “Kilo vermeniz sağlığınız için değer mi?” veya “sağlığınız kilo vermenize değer mi?” Hangi taraftan bakarsanız bakın, sorunun yanıtı çok basit: Elbette değer! Amansız bir hastalığa yakalanmış ve sağlığını kaybetmiş bir kişi; son model arabasına binip, lüks bir restoranda eşsiz bir deniz manzarasına karşı yemek yese ne kadar tat alabilir, koyu bir sohbet ortamında yapılan espriye ne kadar içten gülebilir, servetine servet katacak ekstra bir kazanç sağlasa ne kadar mutlu olabilir ki? Her işin başı sağlık…
Geçmişte insanlar buğdayı yetiştiği haliyle tüketirlerdi. Günümüzde ise buğday rafine edilmekte, üzerindeki kabuk ve kepeğinden ayrılmaktadır. Böylelikle vitamin, mineral ve eser elementler bakımından zengin olan kısmını yitirmekte ve kan şekerini daha hızlı yükselten beyaz bir zehir haline gelmektedir. Sıkça tüketilen beyaz ekmek, açma, poğaça, börek, sandviç, pizza, kek, pasta vb ürünler genellikle beyaz undan yapılmaktadır. Geleneksel doğal besinler, yerini Batı türü beslenme şekline bıraktı. Tahıl ürünleri saflaştırıldı ve şeker tüketimi arttı; kurubaklagil, sebze ve meyvelerin tüketiminde ciddi azalmalar söz konusu oldu. Yeni nesil, hazır besin tüketiminde sınır tanımaz hale geldi. Türk mutfağında hemen her yemekte kullanılan soğanın bile küp şeklinde doğranmış halini paketlenmiş ve kullanıma hazır bir şekilde marketlerde bulabilmek mümkün. Eski çağlarda yemek bulabilmek için avlanmak zorunda olan insanlar, günümüzde telefon veya internet sayesinde hiç enerji harcamadan dünya kadar enerji alabilecekleri besinleri dakikalar içerisinde sipariş edebilmektedir. “Fast food” diye adlandırılan hızlı ve hazır besin tüketimi ile birlikte enerji, şeker, doymuş (kötü) yağ, trans yağ asitleri ve sodyum tüketimi artarken; posa, kalsiyum, folik asit, A ve C vitamini açısından yetersizlikler söz konusu olabilmektedir.
Tüm bunlara karşılık sabanla tarla sürmek, değirmende buğday öğütmek, dere kenarında döverek çamaşır yıkamak vb tarihe karıştı. Asansör ve yürüyen merdivenlere henüz alışmışken yürüyen bantlarla tanıştık. El ve ev aletlerinden bisiklete, damacana su pompasından diş fırçasına, kepenkten perdeye kadar her şeyin elektrikli veya şarjlı alternatifleri ile karşılaştık. Tam otomatik çamaşır makinesinden çıkan kıyafetleri silkeleyip asma zahmetinden kurtulmak için çamaşır kurutma makineleri icat edildi. Arabalarda el yordamıyla ayarlanan dikiz aynaları, kolu çevrilerek açılan pencereler, düğmesi döndürülerek ayarlanan radyo istasyonları, anahtar kullanılarak açılan kapılar ve kontak; yerlerini elektrikli ve kumanda ile çalışan donanımlara bıraktı. Günümüzde aracın radyo ve CD çalarını bile direksiyondan kumanda etmek söz konusu.
Teknolojik gelişmeler sayesinde insanların kas kitlesi, pas kitlesi haline dönüşmüş durumda maalesef. Fotosel ve sensörler sayesinde ufacık bir hareketle çalışan kapıdan lambaya, musluktan sabunluğa, el kurutma makinesinden çöp kovasına kadar pek çok cihaz insanların hareketsizliğine yepyeni bir boyut kazandırdı. Hatta “timer” sayesinde o ufacık harekete bile gerek kalmadan bahçe sulamak, aydınlatmaları açıp kapamak, hatta balıklara yem vermek gibi işleri düzenli olarak gerçekleştirmek mümkün olabilmektedir. Teknoloji uzmanları, insanlar gece kalktıklarında rahatça bir şeyler atıştırabilsin diye buzdolaplarına lamba koymayı bile ihmal etmemişler. Şaka bi’ tarafa, özellikle aşırı besin alımı ve hareketsizlik sayesinde ortaya çıkan şişmanlık, pandemi (kıtalararası yayılan salgın bir hastalık) şeklinde ilerlemeye devam etmektedir. Şişmanlık, sağlığın yanı sıra estetik açıdan da çok önem taşımaktadır. Sonuç olarak; her 2 cinsiyette de bedene giyilen t-shirt için; üst tarafın dar, alt tarafın bol olması istenir.
Bir sorunu ortadan kaldırmak için öncelikli olarak sıkıntının nedenini bulmak gerekir. Genetik, cinsiyet ve yaş faktörü için şimdilik yapılabilecek pek bir şey yok. Bunlar değiştirilemeyen faktörler olarak tanımlanmaktadır. Ev krokileri ilk başta mükemmeldir. Peki, 30 sene sonra nasıl görünürler? Nasıl inşa edildikleri ve evin ne şekilde kullanıldığı çok önemlidir. Olimpiyat madalyası kazanan sporcuların genetik avantajı olabilir; ancak maksimum potansiyele ulaşabilmek adına yıllarca antrenman yapıp dengeli beslenirler. Aynı yumurta ikizlerinin bile zaman içerisinde benzerlikleri azalmaktadır. Hele ki küçük yaşlardan itibaren ayrı bir şekilde yaşamaya başlamışlarsa. Demek ki, bir de değiştirilebilen faktörler vardır: Aşırı yeme, hareketsizlik, hormonal etmenler, psikolojik sorunlar, ilaç kullanımı, alkolizm vb nedenlerden dolayı şişmanlık ortaya çıkmış ise, her biri için başvuru yapılabilecek merkezlerin olduğu ve ihtiyaç durumunda destek alınabileceği unutulmamalıdır.
“Zayıflasam iyi olur” düşüncesi ile yola çıkmak, yenilgiyi baştan kabullenmektir. Zayıflamada “kesin kararlılık” en önemli koşuldur. Zayıflama düşüncenizin oluşmasındaki etmenleri iyi bir şekilde analiz edin ve net bir şekilde ortaya koyun. Neden zayıflamak istiyorsunuz?
- Sağlık nedeniyle
- Bebek sahibi olabilmek için
- Olduğunuz yaştan büyük görünmemek adına
- Şıpır şıpır terlememek için
- Uçakta emniyet kemeri problemi yaşamamak uğruna
- Nefes nefese kalmamak düşüncesiyle
- Aynalarla barışmak için
- Zayıflama merkezindeki kampanya sebebiyle
- Aşık olduğunuz, hoşlandığınız birine güzel görünmek uğruna
- Muvazzaf asker, polis vb olmak için istenen boy / ağırlık kriterini tutturabilmek için
- Asansörlerdeki fazla yük uyarı sinyalini duymamak adına
- Niyetsiz bir şekilde, tanıdığınız birinin çok iyi sonuç aldığı diyeti denemek için
- Kendinize veya bedeninize saygınızdan dolayı
- Anne ve babanın aşırı ısrarı yüzünden
- Yaz tatilinde plaj veya havuz başında çekinmeden mayo, bikini giyebilmek için
- Bedeninize uygun büyük beden kıyafet bulamamaktan sıkılmak
- Eşiniz, sevgiliniz, arkadaşınız veya akrabanız sizi eskisi kadar beğenmiyor düşüncesiyle
- Terfi alabilmek için
- Mülakat esnasında çok istediğiniz işi kaçırmamak uğruna
- Estetik açıdan daha iyi ve fit görünmek amacıyla
- Yeni bir hafta, yeni bir başlangıç diyerek pazartesi gününü kaçırmamak için
- İddia uğruna
- Nasıl hızlı kilo verdiğini merak ettiğiniz ünlü birinin yöntemini denemek için mi?
Bir şiirde dizelerin ilk harflerinin yukarıdan aşağıya doğru sıralandığında anlamlı bir sözcük meydana getirmesine “akrostiş (ilkleme)” denilir. Eğer ki gerçekten sağlık nedeniyle zayıflamak istiyorsanız bu harika. Ancak diğer maddelerden herhangi biri için zayıflamayı düşünüyorsanız yukarıdaki nedenler için ilkleme yapabilirsiniz. Boşu boşuna sağlığınızı, zamanınızı ve paranızı kaybetmeyin! Daha çok çalışarak paranızı yerine koyabilirsiniz Ama bozulan sağlığınızı geri kazanmak o kadar kolay değildir. Ne diyet, ne diyetisyen kartviziti, ne de spor salonu giriş kartı koleksiyonu yapın…