Bazen, bazı insanlar görürsünüz, mutsuzdurlar. Mutsuz olduklarını yüzlerinden anlarsınız, çökkün görünürler, belki biraz da yorgun ya da uykusuz. Eğer bu insanlarla sohbet eder ve onları dikkatlice gözlemlerseniz bir şey dikkatinizi çeker; bugünden bahsetmezler ve sıklıkla sohbetlerinde sıkıntılar, sorunlar ve mutsuzluk hakimdir. Dinleme konusunda isteksizdirler, sadece anlatmak isterler, içlerini dökmek, sıkıntılarını paylaşarak onlardan bir nebze olsun kurtulma isteğiyle size içlerini açarlar. Sohbetiniz ilerledikçe fark edeceğiniz bir diğer nokta, bu kişilerin çoğunlukla geçmiş yaşantılarını temel alan, gelecek kaygıları taşımalarıdır. Bu sebeple ya geçmişlerinden ya da geleceklerinden bahsederler. Bugüne, bugünün güzelliklerine, yaşamaya değer anlarına, sahip oldukları güzel şeylere, geçmişin geride kaldığı, geleceğin belirsiz olduğu bugünde, en değerli anın şuan olduğu gerçeğine inanmazlar, bu gerçeği yok sayarlar. Bu kişiler, çoğunlukla bu nedenle, sağlıklı ve uzun ilişkiler yürütemezler. Sadece karşı cinsle ilişkilerinde değil, kardeşleriyle, en yakın arkadaşlarıyla, evlatları ya da ebeveynleriyle olan ilişkilerinde de ilişkisel sıkıntılar yaşarlar. Farkında olmasalar da, çoğunlukla ilişkilerinde kontrolün ellerinde olmasını isterler. Bu sebeple talepkar, karşılarındaki insana sorumluluklar yükleyen, beklentileri karşılanmadığında ise mutsuzlaşan kişilerdir. Sonuç olarak, ilişkilerinde sorun yaşamaları kaçınılmaz olur. Bu yüzden, ilişkilere ve insanlara olan güvenleri sarsılmıştır. Ya gelecekteki olası mutsuzlukların önüne geçebilmek için –istedikleri halde- ciddi bir ilişki yaşamaktan kaçınırlar, ya da başladıkları ilişkilerde sürekli terk edilme kaygısıyla fark etmeden ilişkilerinin sonunu hazırlarlar. Bir kişinin kendilerine yaptığı bir hatayı asla unutmazlar ancak kendi kendilerine yaptıkları haksızlıkların ya da her insan gibi başkalarına karşı yaptıkları hataların farkında bile değillerdir, aksine kendilerini hep çok fedakâr, hep çok doğru bulurlar. Bu insanlara göre, aslında sadece şanssızdırlar, yani şanssız olduklarına inanırlar, ancak unuttukları bir şey vardır; insanlar kendi şanslarını kendileri yaratırlar.
Yaşam içerisinde kaybetmekten korkmak, sahip olmamıza engel olur. Bu tıpkı, evinize maddi gücünüz elverdiği halde kalite ve işlevsellik açısından istediğiniz özelliklerde ve göreceli olarak pahalı olan eşyaları almak yerine, sırf eğer eve birgün hırsız girer ve eşyalarımızı çalarsa diye kullanışsız, düşük kaliteli, ucuz eşyalar almaya benzer. Birgün evimize hırsız girebilir ihtimaline karşı eşyalarımızın kaybedilebilir olduğunu düşünüp tedbirli davranarak aslında hayat kalitemizi de düşürmüş oluruz. Bu örneği ilişkiler için düşünecek olursak, kaybetmekten çok korkan insanlar, ikili ilişkilerden kaçınma eğilimi gösterebilirler. Burada kaçındıkları, aslında ait olma ya da sahiplenme duygularıdır. Bir başka deyişle, birgün ilişkileri ya da evliliklerinin bitebileceği ihtimalini düşünerek emek harcamaktan, sahiplenilmekten, bağlanmaktan kaçınırlar. Birgün, yoğun bir üzüntü yaşama ihtimalini yok etme çabası, onları özgürce duygularını yaşamaktan, sevmekten, sevilmekten, mutlu olmaktan yani bir anlamda kaliteli bir ilişki içerisinde olmaktan alıkoyar. Bu kişiler genellikle sadece sevgili/eşe karşı değil, anne-babaları, kardeşleri, arkadaşları hatta evlatlarına karşı bile yoğun paylaşım içerisinde olmaktan, ilgi ve bağlılık göstermekten kaçınma eğilimine sahiptirler. “Kaybedeceksem hiç sahip olmamam en iyisidir”, “Kimseye ihtiyacım yok, her durumda ben kendime yeterim”, “Bu devirde kimseye güvenilmez, en iyisi herkese mesafeli durmak, hayatıma sokmamak” gibi olumsuz inançlar, otomatik düşünceler ve genellemeler aslında bu kişilerin kendilerini ikna etmek için geliştirdikleri çıkarımlardır. Bu tutum ve inanış içerisinde olan bir kişi, yüzeysel ilişkiler yaşamak durumunda kalır. Bağlanmaktan korktuğu için paylaşımını sınırlı tutar ve karşısındaki kişinin paylaşım çabalarını bir anlamda kendisi için bir tehditmiş gibi algılar. Çoğunlukla bu düşünce sisteminin, kendisi de farkında olmadığından yoğun paylaşım ve duygu anlarında kendilerini koruma ihtiyacı hissettiklerinden saldırgan bir tutum içerisinde bulunabilirler. Huzursuz olurlar ve karşılarındaki kişiyi de huzursuz ederler. Çok yerinde olmayan talepler, istekler ve beklentiler içinde olabilirler. Karşılarındaki kişi, tam olarak yaşanılan bu karmaşıklığın nedenini anlayamaz ve bu kişiler genellikle anlaşılamamaktan yakınırlar. Genellikle kadınlarda görülen bu durum zaman zaman erkeklerde de görülür. Bu kişilerin geçmişlerine baktığınızda, bu kişilerin mutsuz bir çocukluk geçirmiş, anne babası boşanmış ya da anneyle sağlıklı bir bağlanma süreci yaşayamamış kişiler olduklarını görme ihtimalimiz yüksektir. Bazen de kişi, etrafında olumsuz örnekler gözlemlemişse, ya da geçmiş ilişkilerinde, hayatında şuan yer almayan kişiler varsa, yani bir anlamda sevilen kişi/kişiler kaybedilmişse ya da terkedilmişlerse, kişide bu tür genellemeler ve kendini başkalarından koruma ihtiyacı gelişebilir. Oysaki bu çaba yersizdir ve aslında kişiyi mutsuz olmaktan korumak bir yana, mutsuzluğa sürükler çünkü bu tutuma sahip bir kişi bir anlamda, baştan kaybetmektedir. Bu kişilerde çoğunlukla yalnızlık duygusu hâkim olur.
Farkında bile olmadan ilişkilerinin bitişini hazırlayan kişiler vardır. Bir kadın danışanım, ilişkilerinde ciddi bir problem yaşanmamasına rağmen, neden karşı tarafın ilişkiyi bitirmek istediğine bir türlü anlam veremiyordu. İlişkilerini sorguluyor, yaşadığı deneyimlerin hep benzer bir şekilde bitmesinden sıkılmış, kendisinden kaynaklanan bir hata olmadığını da göz önünde bulundurarak “bütün erkekler demek ki böyle; yüzeysel, gelip geçici heveslerin peşinde ve güvenilmezler” sonucuna varıyordu. Biten ilişkilerini araştırdığımızda kendisi de ilişkilerinin bitiş nedenini bir türlü bulamıyordu. Oysa danışanımın sevdiği kişiyi kaybetme korkusu öyle yoğundu ki, yaşamı boyunca tüm sevdiklerini bu yüzden kaybetmiş, yine aynı nedenle şuan ilişkilere olan inancını yitirmiş, erkeklere hiç güvenmeyen yalnız bir kadındı! İlişkilerinde hep, ya bir gün benden vazgeçerse korkusuyla, farkında bile olmadan, karşı tarafın davranışlarında ve sözlerinde onu bırakmayacağına dair ipuçları aramıştı. Hep karşısındaki kişiden daha fazlasını görmek istemiş, gördüğüne inanmamış, hatta yok saymış, inanmadıkça da daha fazlasını görmek istemişti. Bu nedenle, her ilişkisinde biraz kafası karışık, ne istediğini tam ifade etmeyen, biraz fevri, biraz hırçın, çoğunlukla da alıngan, durduk yere sorun çıkarma eğiliminde olan, zor bir kadın olarak algılanıyordu. Oysaki bu bayanın sadece sevildiğine ikna olmaya ihtiyacı vardı. İşte bu ihtiyaç, bazen öyle önüne geçilemez bir hal almış ki, geleceğe yönelik bu kaygılar zamanla bugünün güzelliklerini yaşamaya engel oluşturmuş. Öyle ki, bu bayan her ilişkisinin bitişi öncesinde, erkek arkadaşlarına ansızın ve yersiz bir şekilde “iyi o zaman, madem öyle ayrılalım” demeye başlamış. Bunu söylerken, tek amacının karşısında onu durduracak, gitmesini engelleyecek, vazgeçmeyeceğini gösterecek bir erkek görmek olduğunun farkında değilmiş. Danışanım, tüm ilişkilerinin bitişindeki bu benzerliği birlikte çıktığımız yolculuk esnasında fark etmişti. İlişkilerini bitirenler aslında erkek arkadaşları değildi, tam da kendisiydi. Hep aynı davranışı yapıyor, hep gider gibi yapıp, durdurulmak istiyor ancak o savaşı sevdiği erkek vermiyor ve evet tam da tahmin ettiği gibi oluyordu. “Beni sevseydi, ayrılalım dediğimde kabul etmezdi, zaten bitecek bir ilişki yaşıyormuşuz…” Oysaki bu düşünceye sahip bir kişi yavaş yavaş ilişkinin sonunu kendi hazırlıyor. Bu davranış kalıbını fark ettiğinde, danışanım henüz yeni başlamakta olan bir ilişkinin heyecanını yaşıyordu. Bu sefer, geçmiş deneyimlerinin de etkisiyle, geçen seferlerde yaptığı gibi ilişkisini daha temkinli, daha huzursuz bir şekilde değil, daha doğal, daha sorgusuz sualsiz yaşayacaktı. Geleceğin belirsizliğinin endişesine kapılıp kontrol edemeyeceği ihtimalleri yok etme çabasına girmek yerine, bugünün güzelliklerinin tadını çıkarmayı tercih etmişti.
Siz de ilişki yaşayış tarzınızı gözden geçirin. Eğer gerçekten, geçmiş olumsuz yaşam deneyimleriniz kafanızı kurcalıyorsa, bir sonraki ilişkiniz hep bir önceki tarafından olumsuz etkileniyorsa, geleceğe yönelik yoğun kaygılar taşıyorsanız, bugünün size sunduğu güzellikleri görmekte zorlanıyorsanız, hayatınızda hep birşeylerin kötü gittiğine inanıyor, şansız olduğunuzu düşünüyor ve mutsuzluğunuzun nedenini bir türlü bulamıyorsanız, biraz kendinize dönmenin ve en yalın halinizle kendinizle yüzleşmenin zamanı gelmiş gibi görünüyor. Tek gerçek zamanın, yaşamakta olduğunuz an olduğunu unutmayın. Sevmekten korkmayın, büyük ihtimalle yaşamayacak olduğunuz, olası olumsuzlukların endişesiyle, yaşayabileceğiniz güzelliklerden vazgeçmeyin. Açık olun; isteklerinizde, kaygılarınızda, ihtiyaçlarınızda, zayıflıklarınızda kendinizi en net şekilde karşınızdaki kişiye ifade etmekten korkmayın. Bırakın her halinizle sevebilsin karşınızdaki sizi. Hayatın akışı içerisinde bazen mutsuz olabiliriz, mutsuz olma ihtimalimizi yok etme çabamız, fark etmeden mutluluklarımızı da engelleyebilir. Oysaki mutsuzluk da mutluluk kadar doğal ve insani bir duygudur. O yüzden de hayatı belki biraz cesurca, belki biraz gözü kara yaşamak gerekir. Evet, hesap kitap yapmalı, olası riskleri öngörmeye çalışmalıyız ancak bizi mutlu edeceğini düşündüğümüz heyecanlarımızı, sevinçlerimizi de ertelememeliyiz. Eğer, mutluluğun herkesin sahip olamadığı bir şans olduğuna inanıyorsanız, bir kişinin şansını kendisinin yarattığına da inanın ve bu şansı kendiniz için siz de yaratın.
Sevgiyle kalın.