Bundan 20 sene kadar önce, bazı hippilerin veya egzantrik olmaya çalışan kişilerin diyet tarzı olarak nitelenen vejeteryan beslenme, çağımızda süratle itibar kazanmakta ve her geçen gün yandaşları artmakta... 1997 yılı itibariyle ABD’de 14 milyon vejeteryan olduğu tespit edilmiştir ve bu sayı çığ gibi büyümektedir. İngiltere’de deli dana hastalığının ortaya çıkmasıyla, haftada yaklaşık 28,000 kişinin vejeteryanlar kervanına katıldığı tahmin ediliyor. Anlaşılıyor ki, geçici bir moda olmaktan öte, pek çok nedenden dolayı yeni yüzyılımızın beslenme biçimi olmaya adaydır vejeteryanlık.
Her geçen yıl daha sık duymaya başladığımız bu beslenme biçimini daha yakından inceleyelim:
TANIM
Vejeteryan kelimesinin kökeni Latince “vegetus”tan gelir. Zannedildiği gibi “vegetable”, sebze kelimesinden türememiştir. Vegetus, canlı, sağlıklı, hayat dolu anlamındadır. 1842’de oluşturulan tanımda, et, balık ve kümes hayvanlarının tüketilmediği, süt ürünleri ve yumurtanın ise tercihe bağlı olarak tüketildiği beslenme tarzına vejeteryan beslenme denilmiştir.
TİPLERİ
- Veganlar:
Katı vejeteryan olarak da nitelenen bu grup, hayvanlardan elde edilen tüm gıda ve ürünleri kullanmayı reddederler. Buna süt, yumurta, bal ve jelatin gibi gıdalar dahildir. Veganlar genellikle deri, yün, ipek… gibi hayvansal ürünleri de kullanmazlar. Bu kişiler, insanların kendi zevk veya ihtiyaçları için hayvanların kullanılması fikrine karşıdırlar.
- Lakto-Ovo vejeteryanlar:
Hiç bir hayvan etini yemezler, ancak yumurta ve süt ürünlerini tüketirler. Kuzey Amerika’da yapılan bir araştırmaya göre, vejeteryanların %90-95’i bu gruba girmektedir (Lakto: Süt, Ovo: Yumurta anlamındadır.)
- Lakto vejeteryanlar:
Hayvan etini yemedikleri gibi, potansiyel bir hayata son veriyor olma kaygısıyla yumurta tüketmekten de kaçınırlar. Süt ve süt ürünlerine yasak yoktur.
- Ovo vejeteryanlar:
Et, balık, süt ürünleri yemezler. Yumurta içeren vegan beslenmedir.
- Meyve ile beslenenler (fruitarianlar):
Sadece botanik olarak meyve grubuna giren sebze ve meyvelerle beslenirler. Tüketilerek tohumlarını yayan bitkileri kullanırlar.
- Yarı vejeteryanlar:
Sadece kırmızı et yemezler.
- Semi vejeteryanlık:
Sadece büyükbaş hayvanları, kırmızı eti yemezler; nadir olarak beyaz et tüketebilirler. Bazı balık (peskovejeteryan) ve kümes hayvanları yiyen vejeteryanlara da (pollovejeteryan) rastlanabilir.
TARİHÇESİ
Birçoğumuza sürpriz gibi gelebilir ama atalarımız milyonlarca yıl boyunca yarı-vejeteryan bir diyetle beslenmişlerdir. Bazı antropologlar, atalarımızın yaman birer avcı olduğunu düşünseler de, son yapılan çalışmalarda bu görüş değişmiş, avcı-toplayıcı oldukları görüşü ağırlık kazanmıştır. Nitekim günümüzde hala benzer ilkel şartlarda yaşayan Avustralya Aborijinleri veya Afrika'daki Kung toplulukları, yemiş, tohum, meyve ve sebze ağırlıklı beslenmekte, diyetlerinin sadece dörtte birlik kısımları hayvani gıdalardan oluşmaktadır.
Vejeteryanlık, Batı'daki pek çok güzel fikrin esin kaynağı olan eski Yunan'dan gelişmiştir. Pisagor tanınan en meşhur vejeteryan idi. Onun dışında Diyojen, Plato ve Epikür gibi filozoflar da vejeteryan beslenme tarzını benimsemişlerdi. Daha sonra Romalılar, her ne kadar düşmanlarını aslanlara yem yapmakla ünlüyseler de, Yunanlardan aldıkları "vejeteryan beslenme" tarzını benimsediler. O devirlerde ağırlıklı olarak etle beslenen Germen ırkı, Yunan ve Roma kültürlerince "barbar" olarak değerlendirilirdi.
Roma'nın düşüşü ve Hıristiyanlığın yayılışı, vejeteryanlık açısından karanlık bir dönemin başlangıcıydı. Hıristiyanların büyük bir kesimi için, hayvanların kullanılması, öldürülüp yenmesi tamamen mubah sayıldı; çünkü onların inancına göre Tanrı hayvanları, sırf insana hizmet etsinler diye yaratmıştı. Sadece bazı keşişler, insandaki hayvani tutkuları bastırmak amacıyla et yemekten kaçınılması gerektiğini düşünüyorlardı; onlar et yememekle manevi açıdan gelişeceklerine inanıyorlardı. (Et yemenin saldırganlığı artırdığı konusunda, günümüzde bazı bilimsel tezler mevcuttur.)
15. yüzyılda klasik felsefe, sanat ve bilimdeki gelişmelerden sonra Avrupa, vejeteryanlığı yeniden keşfetti. Leonardo Da Vinci dönemin en ileri gelen vejeteryanlarındandı.
18. ve 19. yüzyıllar Vejeteryan Rönesans’ı kabul edilebilir. Zira Darwin'in buluşları, hayvanların insanlardan temelde tamamen farklı yaratıklar olmadıklarını, sadece daha az gelişmiş olduklarını ortaya koydu. Hayvanların uzak akrabamız oldukları fikri, o dönemin diğer insani reform hareketlerinin içinde yerini aldı: Artık vejeteryanlar ve hayvan hakları savunucuları, aynı anda kölelik aleyhtarlığı ve çocuk hakları konularında da birlikte mücadele etmeye başladılar. Avrupa'da vejeteryanlık üzerine ilk kitapların ortaya çıkması da bu döneme rastlar. Leo Tolstoy ve Percy Bysshe Shelley gibi yazarlar etsiz beslenme tarzının avukatlığına soyundular.
1800 yıllarının başında bazı Hıristiyan toplulukları da vejeteryan beslenmeyi benimseyerek, ona bazı dini anlamlar yüklemeye başladılar. Örneğin İsa'nın merhamet öğretilerinin hayvanlara karşı da uygulanması gerektiğini, Tanrı'ya olan görevleri yerine getirebilmek için sağlıklı olunması gerektiğini ve bu şekilde daha sağlıklı yaşayacaklarını ileri sürdüler. Böylece, dindar kişilerden oluşan bir grup, 1847'de ilk Vejeteryan Derneğini kurarak, dünya kardeşliğini sağlamak, mutlu, barışçıl ve uygar yaşamak için vejeteryan beslenmenin yaygınlaşması gerektiğini öne sürdüler. (Bu dernek "Vegetarian Society of the United Kingdom" adı altında halen faaliyetlerine devam etmektedir.)
20. yüzyıla gelindiğinde vejeteryan dernek sayısı arttı. George Bernard Shaw ve Mahatma Gandi gibi kişiler öncülüğünde bu beslenme tarzı yayılmaya devam etti. 1908'de kurulan ve halen faaliyette olan "Uluslararası Vejeteryan Birliği" konferanslar tertipleyerek dünyanın tüm vejeteryanlarını bir araya getirmekte ve bilgi alışverişini sağlamaktadır.
1960-70'li yıllarda, sosyal hareket ve evrensel bilinçlenmenin artmasıyla (diyetin sağlık üzerindeki etkisinin anlaşılması, Doğu felsefelerine karşı uyanan ilgi, insanın çevreye yaptığı zararların yarattığı endişe, barış hareketleri, baskı görenlere destek hareketleri ve mükemmel topluma kavuşma arzusu gibi), vejeteryanlık daha da önem kazanmaya başladı.
NEDENLERİ
Vejeteryan beslenmeyi seçenler, bu tercihlerini pek çok nedene bağlarlar:
- ETİK:
Günümüzde ne yazık ki, aşırı et tüketimini karşılayabilmek için, birer hayvan fabrikasına dönüştürülmüş çiftliklerde, kesilecekleri ana kadar hayvanlar, bir gram doğal yem, temiz hava, toprak kokusu nedir bilmeden, gün ışığını görmeden, yaşamı boyunca hiç hareket edemeden, sıkış sıkış, berbat şartlar altında yaşamak zorunda bırakılmaktadır. Yaşayan her türlü canlıya karşı saygı duyanlar, merhamet duygularının sadece insana değil, hayvanlara da yöneltilmesi gerektiğini düşünenler, hayvanların da en az insanlar kadar özgür ve mutlu yaşaması gerektiğine inananlar vejeteryanlığı "etik" nedenlerle seçen kişilerdir.
- SAĞLIK:
Et yemenin sağlığı tehdit eden birçok tehlikesi vardır. Bunları maddeler halinde inceleyelim:
Kanser Riski: Hayvanların birçoğunun eti, toksik kan, artık yan ürünler ve kimyasal maddelerle doludur.
Eti için beslenen hayvanlara, çabuk büyümeleri ve hastalık kapmamaları için hormonlar, aşılar, antibiyotikler verilmekte, kimyasal besin karışımları yedirilmektedir. Otlaklar ise böcek öldürücü ve DDT benzeri kimyasallarla zehirlenmiştir. Kesilen hayvanın etinde bu zehirler konsantre olarak depolanmış vaziyettedir. Örneğin et, sebzelere oranla 13 kat fazla DDT taşımaktadır. Tüm bu zararlı maddeler pişirmeyle yok olmaz ve zamanla insan bünyesine yük olmaya başlar, özellikle de karaciğer ve böbreklere. Bu toksik maddelerin hayvanda çeşitli habis tümörlere yol açtığı da bilinmekte, ne yazık ki, kesimden sonra tümörleri ayıklanan hayvanın hastalıklı eti tüketiciye sunulabilmektedir.
Ayrıca, et çürüdükçe, kırmızı rengini kaybeder; renk, kahverengimsi bir hal almaya başlar. Ne yazık ki, günümüzde kanserojen olduğu kanıtlandığı halde, rengini korumak için nitrit, nitrat ve diğer koruyucular etlere eklenebilmektedir.
Tüm bunların dışında, kesim öncesi başına gelecekleri gören hayvan, aşırı korku ve acıdan çok miktarda adrenalin hormonu salgılar ve et tüketimiyle bu salgılar insan bünyesine geçer.
Ette bulunan virüs, mikrop ve parazitlerin de insana geçebildiği bilinmektedir. Sebze ve meyvelerin aksine çok hızlı bir bozulma ve çürüme sürecine girebilen et, sindirim sistemimizden de çok yavaş geçmektedir; bu bazen 5 günü bulabilmektedir! Çürümenin bağırsaklarımızda da devam ettiğini unutmamalıyız.
Etle beslenmenin, birçok kanser türüyle yakın ilişkisi olduğu ispatlanmıştır (Tamamen bitkisel ağırlıklı beslenen Afrika yerlilerinin kolon kanserine hiç yakalanmamaları ya da Japon kadınlarının göğüs kanseri vakalarının düşüklüğü bilim adamlarının dikkatini çekmiş; önce genetik olarak açıklanmaya çalışılan bu durumun, aslında beslenme alışkanlıklarına bağlı olduğu ortaya çıkmıştır. Zira bu insanlar ABD'ye göç edip, beslenme alışkanlıklarını değiştirdiklerinde hastalıklara yakalandıkları görülmüştür).
Kalp Hastalığı: Et yeme ile kalp hastalıkları arasında kesin bir ilişki kurulmuştur. Ette bulunan doymuş yağ ve kolesterol, insan bedeninde çözülemez ve damarların iç duvarlarında birikir. Tıkanmış, daralmış damarlardan kanın pompalanması için kalbe ağır bir yük biner. Sonuçta yüksek tansiyon, çarpıntı ve kalp krizleri meydana gelir.
Böbrek hastalığı, gut, arterit: Etle birlikte, insan bedenine üre ve ürik asit gibi nitrojen bileşikleri geçer. Böbrekler yıpranıp, bu ağır yükü taşıyamaz hale gelince ürik asit birikir, kaslarda kristaller oluşur; eklemlerde birikme sonucu gut hastalığı, arterit ve romatizma, sinirlerde ise siyatik ve sinir iltihabı oluşur. Özellikle hareketsiz hayat sürenlerin üre, ürik asit gibi zehirleri bedeninden atması daha zordur. Etoburların karaciğeri, insanınkine oranla 10-15 kat fazla ürik asidi bedenden atabilmektedir.
Konstipasyon (Kabızlık): Et, sebzelerin aksine lif açısından çok fakirdir, bağırsaklara adeta yapışır. Et yiyen kişilerde kronik kabızlık çok yaygındır.
Şişmanlık: Yapılan istatistikler, et yiyen kişilerin vejeteryanlara oranla daha kilolu olduğunu göstermiştir. Bunun nedeni, hayvani proteinlerin taşıdığı yüksek orandaki doymuş yağlardır.
Diş çürükleri: Et yiyenlerde vejeteryanlara oranla daha çok görülmektedir.
Osteoporozis: Et, içerdiği yüksek proteinden dolayı, kalsiyum kaybına ve kemik incelmesine, yaşlılıkta kemik erimesine yol açar.
SONUÇ
Aşırı et tüketiminin zararları bilimsel olarak kanıtlanmasına karşın, et endüstrisi, çıkarları gereği, etin elzem bir besin maddesi olduğu yanlış inancını körüklemektedir. Neredeyse her öğün ete dayalı bu bozuk beslenme geleneği, alışkanlık ve şartlanmadan ötürü yaygın olarak devam etmektedir.
Vejeteryan beslenme hakkındaki en yanlış görüşlerden biri de, et yemeyenlerin zayıf, soluk benizli ve güçsüz olacağına dair fikirlerdir. Oysa tam tersine, ette asıl enerji kaynağı olan karbonhidratın bulunmaması, kişiye sadece kısa süreli bir enerji sağlar ve ardından yorgunluk ve halsizlik belirir. Oysa dengeli beslenen bir vejeteryan çok daha kuvvetli, dayanıklı ve hareketlidir. Belçikalı bilim adamı Dr. H. Schouteden, vejeteryanlarla etle beslenenler arasında, karşılaştırmalı dayanıklılık, kuvvet ve çabukluk testleri yapmıştır. Bu testler, vejeteryanların her üç kategoride de üstün olduğunu kanıtlamıştır. Ayrıca Yale Üniversitesinden Dr. Fisher ve Michigan'dan J.H. Kellog yaptıkları testlerde benzer sonuçlar elde etmişlerdir.
Dr. Edvard Levi bir konferansında şöyle demiştir: “Sağlığı için vejeteryanlığı seçip de bunun sonucunda zayıflayıp kuvvetten düştüğünü söyleyen birinin çıkmadığını belirtebilirim.”
Pek çok kişi, halk arasında yaygın olan yanlış inancın tersine, bitkisel yiyeceklerin etten daha çok kuvvet verici olduğunu bilmez. Bugün Karlman, Maylz, Vivit gibi dünya şampiyonu güreşçi ve sporcular vejeteryandırlar. Birçoğu da dünya şampiyonalarında diğer güreşçilerden öne geçmiştir. O halde, görüldüğü gibi vejeteryanlık sadece ahlaksal ve zihinsel bakımdan etkili değildir. Aynı zamanda bedeni güçlendirir, sağlıklı kılar, adaleleri yumuşatır ve çevikleştirir.
Zaten hayvanlar alemine baktığımızda en güçlü, dayanıklı ve uzun yaşayanların otoburlardan çıktığını görüyoruz. Değişik insan topluluklarını incelediğimizde ise, en kısa ömürlülerin sürekli etle beslenmek zorunda olan Eskimolar olduğunu görürüz. Hareketli bir yaşam sürmelerine karşın ortalama yaşam süreleri 27,5 yıldır. En uzun ve sağlıklı yaşayan insanlar ise Hindistan'ın kuzeyinde yaşayan vejeteryan Hunza'lardır. Bu topluluklarda 110 yıl ve daha uzun yaşayan sağlıklı bireylere rastlanmaktadır.
EKOLOJİK
Gerçek bir çevrecinin hamburger yemeden önce iki kere düşünmesi gerekir. Sebepleri, kısaca geçiştirilemeyecek kadar uzun bir yazı konusudur. Bu yüzden sadece ana başlıklarla, bugünün aşırı et tüketiminin ekolojik olarak nelere mal olduğunu görelim.
Aşırı artan et tüketimini karşılamak için kurulan modern "hayvan çiftlikleri" gezegenimizde nelere mal olur:
- Yaşamın dayandığı yağmur ormanlarının, hayvan yemi yetiştirmek ya da otlak olarak kullanılmak üzere, giderek yok edilmesine,
- Hayvan dışkılarının nehir ve içme sularına karışmasıyla ortaya çıkan çevre kirliliğine,
- Tatlı su kaynakları ve toprağın verimsiz kullanımına (Yapılan hesaplarda, 1 kg. et elde etmek için 7 kilo yeme ihtiyaç vardır, -pek çok aç insanı doyurabilecek mısır, soyadan vs. yapılan yemlere- ve bu miktarda et elde etmek için ise, 7000 kilo su harcanmaktadır!).
EKONOMİK
Ekolojik nedenlerde de gördüğümüz üzere, etin elde edilmesi hem doğal kaynakların kullanılması açısından, hem de maddi açıdan çok pahalıya gelmektedir. Bugün dünyamızın pek çok köşesinde maddi olanakları elvermediği için mecburen vejeteryan olan kişilerin sayısı da oldukça fazladır. Bazı insanlar ise dini inançları gereği et yemekten kaçınmaktadır.
ETOBURLARLA FİZYOLOJİK FARKLILIKLARI
İnsan anatomisini incelediğimizde, fiziksel yapı ve sindirim sistemi açısından etobur hayvanlara hiç benzemediğimiz ortaya çıkar. Örneğin:
- Etobur hayvanların parçalayıcı dişleri ve pençeleri insanda yoktur. Etoburların keskin, et parçalayan ön dişleri vardır.
- Etoburların ağzında ön sindirim için gerekli olmadığından az miktarda tükürük bezi bulunur; oysa tohum ve meyvelerin ön sindirimi için insanda tükürük salgıları çok gelişmiştir. Ayrıca etoburların asidik tükürük salgılarına karşın, insanın tükürük salgısı alkaliktir ve tohumların ön sindirimi için pityalin enzimi içerir.
- Etoburların besini öğütmesi için, insanlardaki gibi düz arka dişleri yoktur.
- Etoburların midesinde sert hayvan kaslarını ve kemiklerini sindirebilmesi için çok kuvvetli hidroklorik asit salgısı vardır. Oysa insanın mide asidi etle beslenenlerden 20 kat zayıftır.
- Etoburların bağırsak uzunluğu kendi beden boylarının sadece 3 katıdır; böylece çürüyen et çok çabuk dışarı atılır. Otoburlarda bu oran 1'e 15'tir. İnsanda ise bağırsak uzunluğu bedenin 10 katıdır; ot ve lifli gıdalar çabuk çürümediğinden bedende daha uzun kalabilirler.
Görüldüğü gibi insanın anatomik yapısı ve sindirim sistemi, sebze, meyve, yemiş ve tohumlarla beslenmeye daha uygundur. Fiziksel eğilimlerimizi bir yana bırakırsak, doğal eğilim ve içgüdülerimiz de etoburlardan farklıdır. Örneğin, bir tavşan gördüğümüzde saldırıp, dişlerimizle parçalamak, iç organlarını kanlı kanlı yeme ihtiyacı duymayız. Rengarenk meyve ve sebzelerin sergilendiği bir manav dükkanı, hayvan leşlerinin çengellere asıldığı bir kasap dükkanından çok daha fazla gözümüzü okşar. Haşlanan et ve kan kokusuna pek çoğumuz dayanamayız. Biz etoburlardan çok farklıyız!
Bundan başka, doğal eğilimlerimiz ve içgüdülerimiz de etobur özellik taşımaz. Birçok kişinin et elde etmek üzere, kendileri için hayvan öldürecek başka insanlara ihtiyacı vardır. Eğer herkes ihtiyaç duyduğu eti karşılamak için öldürme işlemini kendisi yapmak zorunda kalsaydı birçok kişi bundan rahatsız olurdu. Diğer et yiyen hayvanlarda olduğu gibi eti çiğ olarak yemek yerine insanlar, haşlayarak, fırınlayarak veya kızartarak ve kan kokusunu çeşitli baharatlarla giderip onu çiğ durumdan uzaklaştırarak yemek zorundadır.
İsveçli bilim adamı Von Linne şöyle der: “İnsanların dış bedensel ve iç fizyolojik yapıları diğer hayvanlarla kıyaslandığında doğal besinlerinin meyveler ve sebzeler olduğu açıkça görülür.”
Fizyoloji, anatomi ve içgüdüleri bakımından insanların meyve, sebze, kuruyemiş ve tohumlarla beslenmeye uygun olduğu bilimsel çalışmalarla açıklanmış durumdadır.
Vejeteryanlıkta dikkat edilecek hususlar: Organik ve ilaçsız gıdalar tercih edilmelidir. Zaman zaman B12 vitamini, yoğurt, deniz mahsulleri, vitamin hapları, bira mayası, soya gibi kaynaklardan takviye edilmelidir. Fazla ekmek, hamur işleri, yumurta, süt mamulleri, pirinç, tuz, şeker yenmemeli. Sağlık için her gün çiğ sebze ve meyve yenmeli.
VEJETERYAN BİREYLERE ÖNERİLER
- Vejeteryan diyetleri B12 vitamini preparatlarıyla desteklenmelidir. Özellikle çocuklarda vitamin B12 alımının sağlanması için balık gibi hayvansal besinlerin tüketilmesi sağlanmalıdır.
- Vejeteryan gebe ve emzikli anneler kemik demineralizasyonu ile karşılaşmamak için kalsiyumdan zengin yiyecekler ya da kalsiyum preparatları tüketmelidirler.
- Gebelik sırasında demir preparatları kullanılmalıdır ve bebeklere 6. aydan sonra demirden zengin yiyecekler verilmeye başlanmalıdır. Hem demirin en iyi kaynağı kırmızı ettir, bu nedenle demir eksikliği anemisi gelişmesinin önlenmesi için çocuklar kırmızı et tüketmeye de teşvik edilmelidirler. Vejeteryanlarda bitkisel demirin emiliminin artırılması için diyette C vitamini kaynakları bulundurulmalı, sebzelerin hazırlanması ve pişirilmesi sırasında C vitamini ve diğer vitamin kayıplarını azaltılması için önlemler alınmalı ve yemekle birlikte çay ve kahve gibi demir biyoyararlılığını azaltan içecekler tüketilmemelidir.
- Vejeteryanlar D vitamini ihtiyaçlarını karşılamak için mutlaka güneş ışınlarından faydalanmalıdırlar.
- Vejeteryan diyetlerinin linoleik/a-linolenik asit oranının 4:1 ile 10:1 arasında olması sağlanmalıdır. Veganlar çiçek yağı yerine a-linolenik asitten zengin kanola yağı ve soya yağı kullanmalı, ceviz ve yeşil yapraklı sebzeler tüketmelidirler.
- Düşük doğum ağırlıklarının önlenmesi için vejeteryan annelerin enerji alımları artırılmalıdır.
- Çocuklar için en uygun vejeteryan beslenme tipi lakto-ovo vejeteryanizmdir.
- Vejeteryan çocuk ve gençlerin diyetine süt, yumurta, peynir, badem, ceviz gibi çinkodan zengin besinler eklenmelidir.
- Vejeteryan çocukların protein ihtiyaçları karşılanırken amino asit örüntüsü dengelenecek şekilde besin kombinasyonları oluşturulmalıdır. Ayrıca, soya ve diğer kurubaklagillerde bulunan protein sindirimini engelleyici etmenlerin yok edilmesi için pişirme ilkelerine özen gösterilmelidir.
- 2 yaşındaki ve daha küçük çocukların posa alımları sınırlanmalıdır. Posa alımı bazı minerallerin emilimini engellediği için vejeteryan diyetlerde posa alımının azaltılması sağlanmalıdır.
- Vejeteryan ebeveynler çocuk beslenmesi konusunda çok iyi bilgilendirilmelidir ve vejeteryan ebeveynlere çocuklarının sağlıklı büyümesi için ete de ihtiyaçları olduğu kesin bir şekilde belirtilmelidir.
- Çocuklar kesinlikle katı vejeteryan diyetlerle beslenmemelidirler. Kendi istekleriyle vejeteryan olan ve diyetlerini devam ettirmeye direnen çocuklar söz konusu ise, bu çocukların diyeti mümkün olduğunca açılmaya çalışılmalıdır. Eğer bu başarılamıyorsa eksikliği görülen besin öğeleri diyetlerine preparat olarak eklenmelidir. Ayrıca vejeteryan çocukların büyümeleri çok yakından izlenmelidir.
- Vejeteryan diyetler gençlerde menstrual siklus düzensizliklerine neden olmaktadır. Bu da ileride daha farklı sağlık sorunlarına neden olabilmektedir. Bu nedenle vejeteryan diyetleri tüketen çocuklar sürekli olarak izlenmelidirler.