1. Mağduriyet ve travma
Kişinin sahip olduğu çevre ve beden üzerindeki hakimiyetinin tehlikeye girmesi, tehdit edilmesi, zarar görmesi sonucu mağduriyet oluşur ve bazı mağduriyet durumlarında travmatik yaşantı söz konusudur. Travmatik yaşantılar sıradan şanssızlıklardan farklı olarak bir tehdit ya da şiddet ve ölümle çok yakın olma halidir. Tehdide karşı uygun cevap verilemediğinde travmatizasyon ortaya çıkar (Gölge, 2005).
Travmatizasyon, genel bir ifadeyle, bireyin kişiliği ve ruhsal yapısı üzerinde şu veya bu ölçüde kalıcı bir etki bırakan olağandışı, felaket niteliğinde bir yaşantının anılarından kaynaklanan bir rahatsızlık ve bunaltı durumu olarak tarif edilebilir (Budak, 2003).
Tüm travmatik olaylar duygusal yanıtlara ve davranış değişikliklerine neden olur. Bu yanıtlar stresin azaltılması ve dengenin yeniden kurulmasına yardım eder. Travmaya normal tepkiler arasında anksiyete, depresyon ve psikosomatik belirtiler bulunur. Bu belirtiler normal durumlarda travmadan sonra birkaç hafta sonra kaybolur. Felaket yaşantıları, kişinin travmadan önceki düşünce ve çatışmalarına özel bir anlam vermesine de neden olabilir (Yüksel, 2001).
1889'da Pierre Janet (akt.Van der Kolk, 1994) zorlayıcı duygusal reaksiyonların, var olan hafıza düzenlerine deneyimlerin entegrasyonu ile müdahale ederek olayları travmatik hale getirdiğini iddia etmiştir. Janet’ye göre zorlayıcı duygular, özel olayların hatıralarının bilinçten ayrışmasına, bunların yerine anksiyete ve panik gibi iç organ duyumları olarak ya da kabuslar ya da flashbackler gibi görsel imajlar olarak saklanmasına neden olur. Janet aynı zamanda, travmatize olmuş hastaların, gerçek tehditle ilişkili olan ancak şimdiki durum üzerinde herhangi bir etkisi olmayan acil durum cevaplarıyla birlikte travmanın hatırlatıcılarına (hatırlatan şeylere) tepki gösterdiklerini işaret etmektedir. Janet, mağdurların deneyimlerinden bir şeyler öğrenme ile ilgili problemler olduğunu da belirtmektedir; travmayı aşamamaktadırlar, şimdiki ihtiyaçlarına dikkatlerini yoğunlaştırma çabaları içinde duygularını kontrol altında tuttuklarından enerjileri bu yönde absorbe olmaktadır. Bazı durumlarda travmaya saplanarak ama daha da sıklıkla bu duyguların yerini tam konumlandıramayarak tekrar ve tekrar travmatize olmuş gibi davranarak ve hissederek geçmişe fikse olmuşlardır.
Kronik yüksek uyarımın (hyperarousal) yerini alması için, travmatize insanlar faaliyetlerini durdurmaktadırlar; davranışsal düzeyde, travmanın hatırlatan uyaranlarından kaçınarak; psikobiyolojik düzeyde, hem travmayla alakalı hem de gündelik deneyimlere kadar uzayan duygusal hissizleşme ile. Böylece, kronik post travmatik stres bozukluğu olan insanlar, çevreye yanıt vermenin hissizleşmesinden zarar görmeye eğilim göstermektedirler (Van der Kolk, 1994)
Psikososyal travmalara neden olan temel etkenler (Yüksel, 1995, akt. Gölge, 2005):
• İş veya trafik kazası geçirmek, bir yakınını veya uzvunu ani ve beklenmedik bir biçimde kaybetmek.
• Deprem, su baskını gibi doğal bir afet yaşamak.
• Yaşamı tehdit eden olağanüstü ortamlarda bulunmak, işkenceye maruz kalmak veya bunlardan birine maruz kalmakla tehdit edilmek veya bunlardan birine tanık olmak.
• Askerlikte çatışmada bulunmak, soygun veya benzer bir saldırıya uğramak.
• Çocukluk çağında aile üyelerinden biri veya bir yabancı tarafından fizik, cinsel veya duygusal istismar yaşamış olmak.
2. Travma sonrası oluşan ruhsal sorunlar
2.1.Travmatik tepkiler
• AKUT STRES BOZUKLUĞU (ASD) (anlık reaksiyon)
• POST TRAVMATİK STRES BOZUKLUĞU (1 aydan daha fazla)
• DEVAM EDEN STRES BOZUKLUĞU (CSD) (Stresör devam etmekte)
• KOMPLEKS PTSD (uzun süre maruz kalma)
• Travmatik Psikoz
2.1.1. ASD (Akut stres bozukluğu )
1. Disosiyatif semptomlar
• Hissizleşme: (kendini çekme ya da duygusal yanıtın yoksunluğu)
• Disosiyatif amnezi: (travmanın önemli durumlarını hatırlayamama)
• Farkındalıkta azalma (“spaced out”)
• Derealizasyon (bilinen dünyanın bilinmez hale gelmesi)
• Depersonalizasyon (kimlikle/kendilikle/bedenle ilgili çarpıtılmış duygular)
2. PTSD-kriter:
Yalnızca bir yeniden deneyimleme, kaçınma ya da yüksek uyarılma reaksiyonu gerekir.
3. İşlevsel bozulma:
Gerekli yardımı sağlayamama ya da kişisel ağları/kaynakları harekete geçirememe.
4. Başlangıç/süreç:
En az 2 gün, maksimum 4 hafta.
Travmatize oluşun şiddeti (T) aşağıdaki dengeye bağlıdır:
- Stres Faktörleri (şiddet/yoğunluk)
- Koruyucu Faktörler (strength/resiliency)
2.1.2. Stres faktörleri:
• Sosyoekonomik zorluklar/yoksulluk-akut değişiklikler/kronik üzüntüler
• Psikolojik/fiziksel şiddete maruz kalma
• Cinsel istismar ve diğer cinsel şiddete maruz kalma
• Etnik/dini/ırksal eziyet
• Mülteciler/IDPs/Returnees
• Savaşa ve diğer sivil/askeri çatışmaya maruz kalmak
• Doğal felaketlere maruz kalmak (hortumlar, sel, volkan patlaması)
• Kazalara, trafiğe, kara mayınları, işle bağlantılı
• Çocuklukta istismara uğramak
• Ağır/akut hastalıklar (kanser, HIV/AIDS vb.)
2.1.3. Koruyucu faktörler:
• Emniyet/güvenlik
• Bireysel başa çıkma yetenekleri/kişisel kaynaklar
• Ailenin manevi gücü ve destek
• Sosyal ağlar-iletişim ağları
• Gelecek yaşam olanakları
• İdeolojik/politik/dini anlayış
Şekil 2. Travma şiddeti
TSSB geliştiren riskler aynı zamanda travma ile olaydan önce kişide mevcut olan kırılganlık faktörlerinin birbirlerini etkilemeleriyle ilgilidir. Travma öncesi kırılganlık faktörleri olarak birinci derecede akrabalar arasında psikiyatrik hastalık öyküsü, erken dönem cinsel veya diğer çocukluk çağı travma öyküsü, anne-babanın olmaması, eski psikiyatrik bozukluk, travma öncesi ve sonrası yaşanan yaşam zorluğu ve kadın olma gösterilmektedir (Gölge, 2005).
3. Cinsel istismar ve travma
Cinsel istismar, travma sonrası stres bozukluğu geliştirmek için çok kuvvetli bir travmadır ve çoğul travmaya maruz kalmak riski arttırır. Saldırının erken yaşta olması, failin tanıdık olması da travmanın yoğunluğunu etkiler. Tanıdık biri tarafından cinsel saldırıya uğrayan mağdurun iyileşmesi diğerlerine göre farklılaşmakta ve mağdur daha fazla ruhsal bozukluk sergilemektedir (Gölge, 2005). Çocukluğunda cinsel istismara maruz kalmış bireyler depresyon, yakın ilişkilerde sorunlar, madde kötüye kullanımı, cinsel disfonksiyon ve disosiyasyon gibi pekçok sorunu içeren sağlık problemleriyle ve pekçok duygusal problemlerle daha sık karşılaşmaktadırlar (Alexander & Schaeffer, 1994; Briere, 1992; Long & Jackson, 1991; akt. Hoffman ve Kellogg, 1997).
Hoffman ve Kellogg’un 1997 yılında yaptıkları bir çalışma, bir kişi tarafından gerçekleşen cinsel saldırı ile birden çok failin gerçekleştirdiği cinsel saldırıya gösterilen tepkilerin farklılaştığına işaret etmektedir. Bu çalışmaya göre, tek bir failin gerçekleştirdiği saldırıya oranla daha az mağduriyet hissedilirken, birden fazla fail tarafından gerçekleştirilmiş bir saldırıda mağdurlar daha fazla kendilerini suçlama eğilimi göstermişlerdir. Mağdurlar daha fazla kendini suçlama ve çaresizlik duyguları göstermişlerdir.
Şar ve arkadaşlarının yaptığı bir çalışmada disosiyatif kişilik bozukluğu tanısı almış 35 vakanın %77.1’inin fiziksel ve/veya cinsel istismara maruz kaldıkları saptanmış ayrıca çocukluk çağı istismarının şiddeti ile disosiyatif yaşantıların miktarı arasında doğru orantı belirlenmiştir (akt. Gölge, 2005).
Literatürde intihar girişimi, kendine zarar verme davranışı (self mutilation), yeniden mağduriyet (revictimization) ve disosiyatif yaşantılar sergileme gibi davranışlarla cinsel istismar arasındaki ilişkiyi araştıran ve aralarındaki pozitif korelasyonu doğrulayan pek çok çalışma vardır.
4. Travmatizasyon, yeniden mağduriyet (reviktimizasyon) ve kendini yaralama davranışları
Travmatize olmuş bazı kişiler yaşadıkları travmayı farklı şekillerde yeniden yaratmaya devam ederler. Savaşa katılanların paralı asker olmaları, ensest mağdurlarının fahişe olmaları, çocukluk çağı fiziksel istismar mağdurlarının sonraki evlatlık verilen ailelerini sanki istismara provoke ediyormuş gibi bir görünüm sergilemeleri, kendilerini yaralamaları veya agresyon gibi geçmişte yaşadıkları travmayı çeşitli şekillerde ifade ederler. Kendini yaralama, zarar verme ve yeniden mağduriyet (reviktimizasyon) sıklıkla kronik çocuk istismarı mağdurlarında görülmektedir. Tek travmatizasyondan sonra görülmesi nadirdir. Yeniden mağduriyet yetişkin travmalarında sık görülmez, dayak ve tecavüzden sonra meydana gelebilir (Gölge, 2005).
Çocuklukta birden çok failin saldırısına uğramış yani çoklu fail mağduru olan bireyler, tek fail mağdurlarına nazaran, yetişkinlikte daha fazla disosiyatif, şizoid, kaçıngan ve kendini yaralayıcı semptomlar sergilemektedirler (Alexander & Schaeffer, 1994; akt. Hoffman ve Kellogg, 1997). Ek olarak çocukluklarında 2-4 kere ve daha fazla cinsel saldırıya uğramış bireyler, yetişkinliklerinde daha fazla reviktimizasyon (yeniden mağduriyet) yaşamaktadırlar (Wyatt, Guthrie & Notgrass, 1992; akt. Hoffman ve Kellogg, 1997).
Yeniden mağdur olmayı açıklayan farklı birkaç teori vardır. Bu teoriler yeniden mağduriyeti çocukluk çağı istismar ile ilişkilendirmişlerdir. Pek çok çalışma çocukluk çağı istismarı ile disosiyatif yaşantılar arasında doğru orantı bulmuştur. Mağdurlar böylece ağır duymamayı, anılarını unutmayı, zaman kavramlarını ve algılarını değiştirmeyi, kişi ve yer algılarını farklılaştırmayı, halüsinasyon yaşantıları oluşturmayı ustaca başarırlar. Bunlar bir süre sonra otomatik ve bilinçdışı yapılır hale gelir. TSSB, mağdurun üstesinden gelemeyeceği şok ve çaresizlik durumuna sebep olur. Yeniden mağduriyeti açıklayan teorilerden bazıları çocukluk çağı cinsel istismarının disosiyasyon ve TSSB’ye neden olduğunu ve bu semptomların yeniden mağduriyete yol açtığını ve bunun da semptomları arttırdığını, bir kısır döngü oluşturduğunu öne sürmektedir (Gölge, 2005).
5. Travmayla ilişkili ruhsal bozukluklardan biri : Disosiyatif kimlik bozukluğu / çoğul kişilik bozukluğu
Disosiyasyon, normalde kişilikte bütünleşen ve bireyin kimlik-benlik duygusunu oluşturan belli fikirlerin, duyguların, algıların, bilgilerin, kimliğin, anıların, arzuların vb. kişiliğin geri kalanından ayrılmasıyla ya da bilincin travmatik veya acı verici çağrışımlardan uzaklaşmasıyla tanımlanan bir tür savunma mekanizması; ayrıca belli zihinsel işlevlerin birbirinden, özellikle de duyu girdileriyle duyguların bilinçten ve bellekten ayrılması olarak tanımlanır. Özünde bir tür gerçeklikten kaçış olarak nitelendirilebilecek olan bu süreç, örneğin disosiyatif rahatsızlıklar denen rahatsızlıklarla ilişkili olarak gözlenmektedir. Bu haliyle, çözülme, hayal kurma, dalıp gitme veya bölmeleme gibi hafif türlerinden, halk dilinde çok kişiliklilik olarak bilinen kimlik çözülmesi rahatsızlığı denilen rahatsızlıklara değin değişen bir süreklilik gösterir (Budak, 2003).
Kişide yineleyici biçimde başka bir ya da birden fazla kişiliğin belirmesi, bunların o kişinin yaşamına kısa ya da uzun süre egemen olması; bu kişilik ya da kimliklerin birbirini tanımaması, birbirinden habersiz olması ve birbirinin yaptığı eylemleri tümden unutması bu bozukluğun temel belirtileridir. Bir kişilikten ya da kimlikten ötekine kaymalar kısa sürede olur. Bu durumun ilaçlara ya da temporal epilepsilere bağlı olmaması gerekir. Bu kişilerin telkine ve hipnoza yatkınlıklarının yüksek olduğu bilinmektedir (Öztürk, 2004).
Normalde, benlik ve hafıza, yaşam deneyimlerinin zihinsel BAĞLANTISI (association) aracılığıyla entegre olur ve birleştirilir. DİSOSİYASYON ise, anıların farkında olmadan (örn: amnezi), kimlik öğelerinden veya yaşam deneyimlerinden (peritraumatic disosiyasyon) ayrılmasıdır. Disosiyasyon, travmatize olmuş bir kişinin, kendisine ağır gelen travmatik deneyimi bilincinden ayırmasına ve baş etmesini ve “hayatta kalacak şekilde” işlev göstermesini sağlar. Bu şekilde hayatta kalmanın bedeli ise çözülmemiş, entegre edilmemiş materyalin sürekli ve hoş olmayan bir şekilde tetiklenmesidir.
Kişide beliren ve bir süre ona tümüyle egemen olan bu ayrı kimliğe “ayrı, öteki kimlik, alter kimlik ya da kişilik” de denir. Bireydeki ayrı kimliklerin sayısı 2-10 arasındadır ancak daha yüksek sayılı çoğul kişilik bozukluğu olguları bildirilmiştir. Bunlar genellikle kişinin alışkın olduğu yaşam biçiminin dışında kişilik özellikleri gösterirler. Örneğin yumuşak, edilgin bir kişide kırıcı, etkin, atak davranış özellikleri gösteren bir ayrı kişilik gibi. bu ayrı ya da alter kişiliklerin gelip gitme süresi çok değişken olabilir. Sağaltım sürecinde bir kimlikten ötekine kaymalar kimi olgularda sık görülebilir (Öztürk, 2004).
Disosiyatif çözülme ile gelen her bir kişilik iyi entegre olmuştur ve ayrı anıları olan karmaşık bir bütün oluşturur. Her kişiliğin kendine göre algılama, ilişki kurma, çevre ve kendisi ile ilgili algıları konusunda devamlılık gösteren kendine özgü özellikleri vardır. Kişiliklerden bir diğerine geçiş ani olur. Genellikle de bu geçişlerde bir stres etkeni bulunur. Klasik olgularda her bir kişiliğin kendine özgü anıları, davranış biçimleri, sosyal ilişkileri vardır. Gizli çoğul kişilik bozukluğunda belirtiler stres veya anılarla tetiklenerek ortaya çıkar. Bazen de kendi çocukları kendisinin travmatize olduğu yaşa geldiğinde çıkar; travmatize edenin hastalanması veya ölmesi ile de belirtiler ortaya çıkabilmektedir. Erişkin dönemde obje kaybı, tecavüz, savaş, şiddete tanıklık etmek, kafa travmaları vb. sonucu ortaya çıkabilir. Çocukluk anılarını anımsama güçlüğü, gerçek dışılık duyguları, geriye dönüşler, boşluk duygusu, kafasının içinde birtakım sesler duyma biçiminde belirtiler olur (Yüksel, 2001).
Ruhsal travma erişkinde ve çocukta farklı etki yapar. Çocukta disosiyasyona yatkınlık çok daha fazladır, yaşla azalır. Bu nedenle çocukluk çağı travmatik yaşantıları erişkinlikteki disosiyatif bozuklukların asıl nedenini oluşturur. Disosiyatif düzenek başlangıçta çocuk tarafından normal olarak travmatik yaşantının üstesinden gelme çabası bağlamında kullanılır. Ancak bu düzenek zamanla uyumsal olmayan, patolojik bir sürece dönüşür. Ruhsal travma yaşantısı sırasında başka türlü kaçma ve kurtulma olanağı bulamayan çocuk “bu olanlar bana değil başkasına yapılıyor” , “bunları yaşayan ben değilim” biçiminde düşünerek ruhsal dengesini korur. Ancak travmatik yaşantı ağır, yineleyici ve özellikle çocuğun sevgisine gereksinim duyduğu aile bireylerinin davranışlarından kaynaklanıyorsa bu savunma giderek yerleşir ( Şar, 2000).
Anksiyetenin çok yoğun olduğu durumlarda kişilik düzeni o denli bozulabilir ki, savunma mekanizmaları, bilinci, hafızayı ve hatta bazen kişiliğin tamamını egemenliği altına alır, bunun sonucu olarak da ilk anda yanlış olarak psikotik izlenimi veren dramatik belirtilerin ortaya çıkmasına neden olurlar (Oral, 1999).
Kişinin algılarını, duygularını, anılarını ve giderek tüm zihnini bölmeleştiren disosiyatif savunma iki işlev birden görür. Bir yandan kişiyi olay sırasında travmatik yaşantının etkisinden uzaklaştırırken gerekli ruhsal çözüm işlemini ileride başka bir perspektif içinde yapılmak üzere erteler. Böylece fiziksel çaresizlik içinde de olunsa denetimin yitirildiği hissini önler. Fakat disosiyasyon sonradan artık fiziksel denetime sahip olunduğu halde bu kez ruhsal bakımdan çaresizlik hissi yaratan bir mekanizmaya dönüşür (Şar, 2000).
Etiyolojisi tam olarak bilinmemekle birlikte, erken çocukluk yaşantıları tüm disosiyatif bozuklukların etiyolosinde önem taşımaktadır. Genel olarak disosiyatif bozukluklarda: - Ebeveynlerden erken ayrılma % 26.4:
- Ebeveynler arası şiddete tanıklık %30.1
- Fiziksel istismar % 23.6
- Cinsel istismar %34.6
- 16 yaştan önce tecavüz %11.7
- Cinsel ve fiziksel istismar %42.1 olarak bulunmaktadır. Kuramsal olarak böyle bir bozukluğun bireyi travmanın etkilerinden koruduğu ileri sürülmektedir. Disosiyasyon sırasında olasılıkla anılar daha farklı bir biçimde depolanıp korunmakta, bu da yeni bir kişilik şeklinde yaşanmaktadır (Yüksel, 2001).
Birçok çoğul kişilik ve disosiyasyon hastasında travma yaşantıları çocuklukla sınırlı kalmamakta, yaşamın daha sonraki dönemlerinde de görülmektedir. Bu kişilerin yeni travma yaşantılarına karşı kendilerini koruyamadıkları ve nerede ise riskli ortamları buldukları düşünülmektedir. Reviktimizasyon yani yeniden mağduriyet anlamına gelen bu örüntü tekrarlama eğilimindedir. Esasen kurban rolü aslında üç rolden oluşan örüntünün bir parçasıdır. Bu üçgenin diğer iki köşesini kurtarıcı ve istismarcı rolleri oluşturur. Bu roller yer değiştirebilir (Şar, 2000).
Disosiyatif kimlik bozukluğunun (çoğul kişilik bozukluğu) Diagostic and Statistical Manual of Mental Disorders –IV (DSM-IV) tanı ölçütleri kitabındaki kriterleri şöyle sıralanmaktadır:
A. İki ya da daha fazla birbirinden ayrı kimliğin ya da kişilik durumunun varlığı (her birinin kendi içinde oldukça süreklilik gösteren çevre ve benlik algısı, ilişki kurma ve düşünce biçimi vardır.)
B. Bu kimliklerden ya da kişilik durumlarından en az ikisi kişinin davranışlarını zaman zaman denetim altında tutar.
C. Önemli kişisel bilgileri sıradan bir unutkanlıkla açıklanamayacak bir biçimde anımsayamama.
D. Bu bozukluk bir maddenin (örn. alkol entoksikasyonu sırasında görülen “blackout”lar ya da kaotik davranış) ya da genel tıbbi bir durumun (örn. kompleks parsiyel kasılmalar) doğrudan fizyolojik etkilerine bağlı değildir. Not: Çocukluktaki semptomlar hayali oyun arkadaşlarına ya da başka tür bir oyun fantezisine bağlanamaz.
Disosiyatif kimlik bozukluğu ve diğer disosiyatif durumlar, adli psikiyatri başlığı altında birkaç açıdan önem taşır:
1. Disosiyatif kimlik bozukluğu, etyopatogenezinde çocukluk çağı emosyonel travmaları ciddi önem taşıdığı için aile içi şiddet, fiziksel ve cinsel istismar konularının bir uzantısıdır.
2. Disosiyatif kimlik bozukluğunda zaman zaman ortaya çıkan “alter” kişiliklerin belirgin olarak suç işleme davranışına yöneldikleri söylenemese de böyle bir yasa dışı davranışta cezai ehliyet kavramı önem arz eder. Disosiyatif kimlik bozukluğu olan erkeklerin kadınlara göre daha büyük bir sıklıkla suç işledikleri, kadınların işlediği suçların daha önemsiz suçlar olduğu bildirilmektedir. ABD’de mahkemeler çoğul kişilik bozukluklarındaki “kötü alter” kişiliklerin işlediği iddia edilen suçlardan dolayı kişileri sorumlu tutmaktadırlar. Zira kötü olduğu kabul edilen “alter” kişiliklerin de davranışın niteliği ile ilgili olarak muhakeme etme ve gerçeği değerlendirme yetisi mevcuttur ve hezeyanların etkisi altındaki bir psikotikte olduğu gibi bozulmamıştır.
3. Hukuki ehliyet açısından tedavi tamamlanana kadar geçici bir süre için hacir veya müşaveret kararı verilebilir.
4. Disosiyatif bozuklukların bir kısmı, durumun şiddetine göre dava açma, yemin etme, tanıklık yapma ve ifade verme yeteneğini etkileyebilir (Oral, 1999).
Kaynaklar
• Öztürk, O. (2004), Ruh Sağlığı ve Bozuklukları, Nobel Tıp Kitapevleri, İstanbul
• Van der Kolk, B.A. (1994), The Body Keeps The Score: Memory And The Evolving Psychobiology Of Post Traumatic Stress, (internet), mevcut olduğu adres: http://www.trauma-pages.com/a/vanderk4.php
• Gölge, Z. B. (2005), Cinsel Travma sonrası Oluşan Ruhsal Sorunlar, Nöropsikiyatri arşivi, 42 (1-2-3-4): 19-28, (internet), mevcut olduğu adres: http://www.turknoropsikiyatri.org/PDF/2005/19-28.pdf
• Kellogg, N. D., Hoffman, T. J. (1997), Child Sexual Revictimization by Multiple Perpetrators, Child Abuse & Neglect, Vol. 21. No. 10. pp.953-964 (internet), mevcut olduğu adres: http://www.sciencedirect.com/science?_ob=ArticleListURL&_method=list&_ArticleListID=576909757&_sort =d&view=c&_acct=C000041838&_version=1&_urlVersion=0&_userid=5168285&md 5=cd5920cbfbbf62905070860fe9aaa6a2
• Budak, S. (2003), Psikoloji Sözlüğü, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara
• Yüksel, N. (2001), Ruhsal Hastalıklar, Çizgi Tıp Yayınevi, Ankara
• Oral, G. (1999), Adli Psikiyatri, Soysal, Z., Çakalır, C. Editörler. Adli Tıp III. Cilt içinde. i.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Yayınları, İstanbul
• Şar, V. (2000), Çoğul Kişilik Kavramı ve Disosiyatif Bozukluklar, Psikiyatri Dünyası, 4. sayı, 7-11, (internet), mevcut olduğu adres: http://www.cty.com.tr/pdf/6/4/7.pdf
• Amerikan Psikiyatri Birliği: Psikiyatride Hastalıkların Tanımlanması ve Sınıflandırılması Elkitabı, Yeniden gözden geçirilmiş dördüncü baskı (DSM-IV-TR), Amerikan Psikiyatri Birliği, Washington DC, 2000’den çeviren Köroğlu, E. (2001), Hekimler Yayın Birliği, Ankara
• Oltmanns, T.F., Neale, J.,Davison, G.C. (2003), Anormal Davranışlar Psikolojinde Vaka Çalışmaları, Türk Psikologlar Derneği Yayınları, Ankara