İnsan söz konusu olduğunda ilk hesaba katmamız gereken kavramlardan biri “ünsiyet”tir. Çünkü ünsiyet kelimesi ile insan kelimesi etimolojik(kelime köken bilimi) anlamda yakın temas halindedirler; ikisi eş kökenlidir. Ünsiyet kelimesi içerisinde yakınlık, dostluk anlamlarını da taşır. Bu açıdan bakıldığında insan dediğimizde aynı zamanda ünsiyet sahibi bir varlığı; yani yakınlık kuran, dost olan bir varlığı da kastetmiş oluyoruz. Bu, ünsiyet oluşturmanın(yakın ilişki kurmanın) insan olarak bizim ismimizde kayıtlı olduğu anlamına gelir. Ben bunu, insanın varoluşsal olarak ilişki kurmaya, yakınlık oluşturmaya mecburiyeti olarak algılıyorum: “varoluşsal ilişki ihtiyacı”. Varoluşsal ilişki ihtiyacı, insanın ancak ve ancak sahici, doyum verici, yakınlık içeren bir ilişki kurduğunda/kurabildiğinde “insan” olabileceğini ifade eder. Ünsiyet kuramayan bir varlık olarak insan, hep bir yanı eksik kalacaktır. Ünsiyet, yakınlık, ilişki insanın bu anlamda tamamlayıcı unsurlarından biridir.
Kadın ve erkek, eril ve dişil, anima ve animus insanlığın farklı(tamamen ayrı değil) iki yanı/yüzüdür. Bu iki yan, kendini anlamak ve tamamlanmak için kendisi dışındaki yana(eril dişile, dişil erile) ihtiyaç duyar. Bence bu da varoluşsal bir durumdur; çünkü insan böyle(farklı) yaratılmıştır. Tüm insanların eril ya da dişil olduğu bir dünyayı şu anki algımızla anlama şansımız pek yok. Dolayısıyla biz insanoğlu olarak başka bir mecburiyete daha tabiyiz: “varoluşsal öteki yan ihtiyacı”. Varoluşsal öteki yan ihtiyacı, bizim tam bir “insan” olabilmemiz için insanlığın öteki yanı ile de doyum verici bir ilişki kurmaya/kurabilmeye ihtiyacımız olduğunu dile getirir. Öteki yan/karşı cins ile doyum verici bir ilişki kurmak, öteki yana ihtiyaç duymak kendi cinsimize olan ihtiyaçtan daha fazladır. Çünkü bizde olmayanlar hem cinsimize oranla karşı cinste daha fazladır. Adem yeryüzüne inmeden önce, bulunduğu yerde kendisine bir arkadaş istemiş ve ona Havva arkadaş kılınmıştır; başka bir Adem değil!
İnsanoğlunun yaşadığı pek çok önemli probleme, uygun şekilde gideril(e)meyen “varoluşsal ilişki ihtiyacı” ve “varoluşsal öteki yan ihtiyacı”nın sebep olduğunu düşünüyorum. Öfkemiz, hırsımız, kavgamız, incinmişliğimiz, kırılmışlığımız, yalnızlığımız vb. bu temel insani ihtiyaçlarımızı yeterince gideremediğimiz için ortaya çıkıyor. Bu durum, doyum verici bir ilişkinin pek çok problemimize çözüm kaynağı olduğu anlamına da gelmektedir aynı zamanda.
İlişki terapisi “doyum verici bir ilişki gerçekleştirmeye dönük psikoterapötik çaba”yı ifade eder. İlişki terapisi çok genel anlamda bir insani ilişkiyi çağrıştırabilir; arkadaşlık ilişkisi, ebeveyn-çocuk ilişkisi, gelin-kaynana ilişkisi, işçi-iş veren ilişkisi vb. Tüm insani ilişkiler için düzeltme çabası güdülebilir; ancak ilişki terapisinde kastedilen kadın ve erkek arasındaki özel, duygusal, yakın ilişkidir. İlişki terapisinde temel amaç doyum verici, tatmin edici bir kadın-erkek ilişkisi tesis etmektir. Bir ilişkinin doyum vericiliğini tarafların ilişkiden beklentileri ve ilişkiden elde ettikleri oluşturur. Beklenti ile elde edilen arasındaki fark ne kadar az ise ilişki o kadar doyum verici demektir. Bu açıdan bakıldığında her ilişki özeldir ve özneldir. Dolayısıyla tüm insanlık için katı, standart bir “ilişki terapisi hedefi” ya da “doyum verici ilişki kriterleri” belirlemek çok zordur.
Her psikoterapi ekolü ve her psikoterapist belirli paradigmaları esas olarak kabul eder. Bu esaslar pratiğin/uygulamaların özünü oluşturur; uygulamalara şekil verir. İlişki terapisi ile ilgili temel paradigmalarımızı şöyle ifade edebiliriz:
§ İnsanın ilişkiye ihtiyacı vardır: Yazının giriş kısmında da belirtildiği üzere kadın erkek ilişkisi insanlar için bir lüks değil; varoluşsal bir ihtiyaçtır. İnsanın doyum verici bir kadın erkek ilişkisi yaşadığı oranda kendisi(ünsiyet sahibi bir insan) olabilir.
§ İlişkiler insani ihtiyaçlarımızı gidermek için gerçekleştirilirler: Tüm insani eylemler bir ihtiyacı gidermeye dönük gerçekleştirilirler. Söz konusu ihtiyaçların bilincinde olup olmamamız bu durumu değiştirmez. Dolayısıyla bir ilişkiden memnun olmadığımızı söylediğimizde, o ilişki içerisinde bazı temel ihtiyaçlarımızın karşılanmadığı ifade ediyoruzdur. Bu temel insani ihtiyaçlarımıza dair pek çok kuramcı pek çok farklı kategorizasyon yapmıştır. Güven(insanlara ve dünyaya), sevilme, sevme, ait olma, önemsenme, kabul edilme, beğenilme, güçlü olma, doğal/spontan olma, yapabilirlik, eğlenebilme, özgür olma, hayatta anlam bulma vb. bu temel ihtiyaçlar arasında merkezi konumda yer alır. Bu ihtiyaçlar giderildiği oranda ilişki doyum verici olur. İlişki terapisi bir anlamda, ilişki içerisindeki insanların bu ihtiyaçlarını uygun yollarla gidermelerini sağlamaktır.
§ İlişkiler psikolojik problemlerin oluşumunda ve sağaltımında rol alırlar: W. Glasser mutsuz insanların en büyük ortak özelliklerinden birinin, önemsedikleri bir insanla problemli ilişki yaşamaları olduğunu söylüyor. Yaşanamayan doyum verici ilişkilerin olumsuz sonuçlarını danışanlarımızda sıklıkla gözlemleyebiliyoruz. İlişkilerde aldatılma, önemsenmeme, sevilmeme, dikkate alınmama, özgürlüklerin kısıtlanması vb. insanlarda mutsuzluk, ümitsizlik, karamsarlık, anlamsızlık, çaresizlik gibi katlanılması zor duygular ortaya çıkartıyor. Bununla birlikte, doyum verici bir ilişkinin psikolojik ve fizyolojik sağlık üzerinde olumlu/iyileştirici etkileri olduğu yapılan araştırmalar sonucunda görülmektedir. Doyum verici bir ilişki ile birlikte insanların daha sıcak, daha anlayışlı, daha mutlu vb. olduklarını günlük hayatımızda da gözlemleyebiliyoruz. Bu durumu bir Anadolu sözü çok güzel ifade eder: “İnsan insanın zehrini alır!” Bu bakış “İnsan insanın kurdudur!” bakışıyla taban tabana zıttır. Ortaya çıkardıkları sonuçları dikkate aldığımızda hangi yaklaşımı benimsememiz gerektiği daha bir önem kazanır!
§ Problemli ilişkiler daha doyum verici hale getirilebilir: Her ilişkinin daha doyum verici hale gelme şansı her zaman vardır. Ancak buradaki temel şart ilişkiyi oluşturan tarafların bunu istiyor olmalarıdır. Genelde insanlar ilişkilerde bekleyen, isteyen rolünü üstlenirler. Her iki taraf da vermeden istediği sürece hiç bir taraf hiçbir şey elde edemez. Bu yüzden ilişki terapisinde ilk fark ettirilmeye çalışılan şey problemlerin çözümü için her iki tarafın da aktif rol almasının gerekliliğidir. Şayet kadın ve erkek “ben bu ilişkiyi daha iyi hale getirmek istiyorum” derse ilişki terapisinde yol alınabilir. W. Glasser bu durumu “çözüm dairesine girmek” şeklinde ifade eder. Terapist bu noktada, tarafların aşamadığı noktaları görmelerinde ve etkin çözüm yolları üretmelerinde kendilerine yardımcı olur.
§ Problemli ilişkilerde her iki tarafın da rolü vardır: Pek çok insan, doyum vermeyen bir ilişkide kendini kurban olarak algılar. Tüm yaşananlarda kendisinin hiç bir etkisinin olmadığını ve olamayacağını, kötü bir kaderi yaşadığını vb. düşünür. Oysa asla unutulmalıdır ki hiçbir şey yapmamak da bir şey yapmaktır. Tabi ki kişilik bozukluğu olan bir insanla bir şekilde ilişki içinde olma ihtimalimiz vardır; ancak bu durumda bile ilişkinin oluşumunda ya da sürdürülmesinde bizim etkimiz sandığımızdan daha fazladır. Bazen de insanlar ilişkideki problemlerin çözümü için çaba sarf etmeyi, karşı tarafı değiştirmek olarak algılarlar. Oysa başkalarını değiştirme gücümüz yok; başkalarına sadece etki edebiliriz. Tutumları üzerinde kontrol sahibi olabileceğimiz sadece ve sedece kendimiziz.
§ İlişki terapisinin temel amacı tarafları “terapist eş” haline getirmektir: Herkes bir ilişkiye insani ihtiyaçlarını gidermek için girer; ancak bu ihtiyaçların giderilmesi(sevilme, onaylanma, beğenilme vb.) karşı tarafın elindedir. Dolayısıyla bir ilişkinin doyum vericiliğini belirleyen şey, tarafların karşı tarafın ihtiyaçlarını ne oranda giderdikleridir. Bu noktada eşler, birer terapist rolü üstlenmelidir. Terapist olmaktan kasıt karşı tarafın ihtiyaçlarını anlamaya çalışmak ve o ihtiyaçları gidermesinde kendisine yardımcı olmaktır. Bir insana yardım etmenin, insanın “zehrini almanın” da başlı başına iyileştirici bir etkisi vardır. Her iki taraf karşısındakinin ihtiyacını gidermeye çalışırsa, iki taraf da doyum elde eder. Ancak her iki taraf da sadece beklenti içerisinde olursa hiç bir taraf hiç bir şey elde edemez. Bazen de taraflardan sadece birisi verici halde olur; bu ise uzun vadede bıkkınlık, karşılık alamama gibi problemler ortaya çıkartır.
§ Terapist eş olmak öğrenilebilir: İnsanlar karşı tarafın ihtiyaçlarını anlama noktasında her zaman yeterli olmayabilirler. Psikoterapist tarafların kendilerine, karşı tarafa ve ilişkilerine daha farklı ve doyum verici açılardan bakmalarına yardımcı olur.
§ İlişki terapisi bir süreçtir: İnsan alışkanlıklarının çocuğudur ve alışkanlıkları değiştirmek çok zordur. Zaman zaman danışanların “Ben eşime yardımcı olmak istiyorum; ama elimden başka bir şey gelmiyor!” dediğine şahit oluyoruz. Bu çok anlaşılır bir şeydir. Çünkü insan doğduğu andan itibaren kişisel bakış açıları ve davranış kalıpları oluşturur zamanla bunlar katılaşır ve değişmezmiş gibi algılanır. Dolayısıyla değişim de uzun ve zahmetli bir süreci gerektirir. İnsan ise, doyum verici bir ilişki oluşturmak için yeni şeyler öğrenmekle, problemli bir ilişkinin alışkanlığı arasında tercih yapmak durumundadır.
Psikoterapist Yusuf BAYALAN