EVLİLİK TERAPİSİ SÜRECİ
Evlilik terapisi ihtiyacının bu derece artmasının sebeplerine değinerek başlamakta yarar var. Öncelikle evliliklerin içinde bulunduğu durumu analiz etmek gerekir. İlk etapta en çok dikkatimi çeken eşler arasındaki rol karmaşası. Yaşadığımız dönemde artık kadın ve erkek rolleri birbirine karışmış durumda ve bu sebeple de çiftlerin de kafası karışık. Genlerimizde ve geleneklerimizle getirdiklerimizde yazılı olan kadın ve erkek rolü apayrı, yaşantımızın yarattığı yeni düzen apayrıdır. Bu ikisinin birbiriyle taban tabana zıt olması ise işte bu karmaşayı doğuruyor. Kadınlar maddi kazanç sahibi olmaya başladıklarından beri mevcut rollerine bir de iş kadınlığı eklendi. Dolayısıyla diğer rolleri olan anne ve eş olma zamanından ve enerjisinden iş kadınlığına, sosyalleşmeye aktarmaktadırlar. Buna keza kadının çalışması sebebiyle eksik kalan noktaları erkek kapatmaya çalışmakta, dolayısıyla önceden kadına ait olan rolleri de sahiplenmektedir. Bu durum elbette roller arasındaki kesin çizgileri yok etmekte ve çiftlerin alanlarının sınırlarının daha flu olmasına sebep olmaktadır. Erkeğin eksikleri kapamaması durumunda ise kadın üzerindeki yoğun baskı ve iş yükü sebebiyle tükenmişlik yaşayabilir. Kronik yorgunluk ve depresyona yatkınlık artar. Kendine daha az vakit ayırmakla başlar ve iş ile ev arasına sıkışıp kalmışlık duygusuyla devam eder.
Bir de kadınların artık maddi ve sosyal anlamda daha geniş imkânlara sahip olması yaşanan olumsuzluklara karşı dayanma sınırlarını daraltmıştır. Tolerans düzeyleri eskiye oranlara düşmüş görünmektedir. Kadının sosyal hayattaki yerinin ve yaşantısının değişmesi sonucu eşlerinden beklentileri de değişikliğe uğramıştır. Eskiden bir kadının eşinden beklentisi yalnızca evine ve çocuklarına bakması, ihtiyaçlarını karşılaması iken şimdi duygusal ve sosyal beklentiler de işin içine katılmıştır. Boşanmalarda görünen sebep çoğunlukla maddiyat ve şiddetli geçimsizlik olarak aktarılsa da bize ulaşan vakalarda yoğun olarak gözlemlediğim kadınların ilgisizlikten yakınmalarıdır. Artık erkeğin eve ekmek getirmesi kadınlara yetmemekte, bunun yanında insani ihtiyaçlar olan güler yüz, ilgi, iletişim ve paylaşım da beklemektedirler. Kadınların yaşantısı, üretime katılmalarıyla birlikte bunca değişime uğrarken erkeklerin yaşantısında fazla değişiklik olmaması ise bu konuda erkekleri şaşırtmaktadır. Beklentileri anlamlandıramayıp, iyi niyetle bunları karşılamaya çalışsalar da bu girişimler genellikle eski alışkanlıklar sebebiyle hüsranla sonuçlanmaktadır. Gözlemlediğim vakalarda kadınların ilgi ve sevgi isteklerine eşlerinden gelen cevap “Seni sevmesem yanında kalmazdım. Bunları biliyorsun neden söyleyeyim? Evin ihtiyaçlarını karşılamıyor muyum? Daha fazlasını istemek açgözlülük değil mi?” gibi olmaktadır. Bu durum tamamen anlamlandıramamaktan kaynaklanır. Erkek sunduğunun kadına yetmemesini çözümleyemez ve eskiden böyle değildi neden şimdi böyle şeyler bekliyor sorularıyla boğuşur.
Bir diğer etken insanların iletişim kurmak için kullandığı aletlerin artmış olmasıdır. Bu da maalesef daha fazla seçeneğe sebep olmakta ve aldatılma etkenini artırmaktadır. İnternet, telefon, daha çeşitli bir sosyal yaşam sayesinde insanlar kolayca tanışmakta ve seçeneklerin çokluğu karşısında yanlış yollara sapabilmektedir. Özellikle internet hakkında çok sayıda örnek teşkil edecek hikâye dinliyorum. Kolay ulaşılabilirlik ve uyaran fazlalığı dürtüleri harekete geçirebilmektedir.
Bu genellemelerin yanına kişisel sorunlardan kaynaklanan problemler de eklenebilir ve liste uzatılabilir. Örneğin yetiştirilme şekillerinin farklılığından kaynaklanan anlaşmazlıklar, bireylerden birinde varolan veya sonradan gelişen ruhsal bir rahatsızlık, bireylerden birinde gelişen kronik depresyon, kişilik bozuklukları, maddi olarak bir sarsıntı geçirilmesi, aileler arasında yaşanacak bir çatışma, çocuk yetiştirmeyle ilgili aykırılıklar, taraflar arasındaki sevgi bağının kopması, taraflardan birinin yaşam şeklinin zamanla farklılaşması, beğenilerin zamanla farklılaşması, erkeklerde andropoza bağlı değişimler, kadınlarda menapoz sonrası yaşanan değişimler gibi… Bu örnekler çoğaltılabilir.
Buraya kadar evlilikleri sona götüren nedenleri analiz etmeye çalıştık. Şimdi bize, evlilik terapisi için başvurulduğunda ilk olarak neler yaptığımızdan ve terapi sürecinin nasıl ilerlediğinden bahsetmek istiyorum. Öncelikle çiftlerin sorununun kaynaklandığı noktayı belirleyip konuyu analiz ediyoruz. Şayet çiftlerden yalnızca birinden kaynaklanan bir sorun varsa öncelikle bireysel terapi ile bu sorunu halletmemiz gerekiyor. Daha sonra çift terapisine yöneliyoruz. Şayet böyle bir sorun yoksa çiftin arasındaki sorun ile ilgili yapılandırılmış terapi uygulamalarımıza geçiyoruz.
Bunlardan kısaca bahsetmek gerekirse doğru iletişim şekillerinin öğrenilmesi, öfke kontrolü, tarafların birbirini tanıması ( ihtiyaçlar, beklentiler, geçmişe ve geleceğe yönelik analiz ), ortak nokta ve eğilimlerin tespit edilmesi veya üretilmesi, tarafların birbiri hakkında oluşturduğu olumsuz yargı ve inanışların kırılması, sağlıklı evliliklerin niteliklerinin öğrenilmesi, tarafların özgürlük alanlarının belirlenmesi ve bunların kabulü, hayata ortak anlam yükleme, çözülebilir sorunların çözülmesi, kriz anlarında kurtarıcı stratejiler geliştirilmesi şeklinde açıklayabiliriz. Bunlardan gerekli gördüklerimizi çiftlere uygulama ve alıştırmalarla birlikte sunuyoruz.
Elbette ki terapi sürecinde öğrenilenlerin hayata uyarlanması ve pratikte uygulanabilir olması çok önemlidir. Çiftler burada öğrendiklerini verilen ev ödevleri ile gerçek hayatta uyguluyor ve davranışların alışkanlık haline dönüşmesini sağlıyor. Her davranış değişikliğinde olduğu gibi bunda da önceleri zorlanarak fakat sonraları doğal bir şekilde davranışlar değişim göstermektedir.
Terapi sürecinde yapılan, bilişsel bir farkındalık yaratmaktır. Yani tarafların kafasındaki yanlış kodlamalar, alışkanlıklar, otomatik düşünceler, yargılar ve bakış açıları, doğru olanlarla değiştirilir. Hayatın koşuşturmacası içinde tarafların farkına varmadığı veya önemsemediği durumların farkına varması sağlanır. Bu değişimler terapi süreci içerisinde küçük uygulamalarla örneklendirilir ve anlaşılır kılınır. Verilen ev ödevleri ise davranışsal boyuttaki değişim için gereklidir. İlk etapta yapılan davranışlar zihinde yapmacık ve inançsızca yapılıyor izlenimi bıraksa da, rol gibi algılansa da zamanla ve tekrarla gerçeğe dönüşür. Bu gerçeğe dönüşme aşamasına gelene kadar taraflar hoşgörülü ve sabırlı davranmak durumundadır.
Son olarak eklemek istediğim bir diğer önemli konu ise evlilik terapisi hakkındaki yanlış bir inanışla ilgili. Evlilik terapisi ‘ Ne olursa olsun evlilik yürümelidir ‘ mantığından güç almaz. Buraya kadar bahsedilenler kurtarılması gereken ve kurtarılması taraflarca istenen bir evlilik için işleyen süreçtir. Fakat evliliğin içinde taraflardan birinin can güvenliği kalmamışsa, çocuklar için sürekli devam eden bir kavga ve şiddet ortamı hâkimse, taraflardan birinde düzelmesi mümkün olmayan bir psikiyatrik rahatsızlık söz konusuysa ve tedaviye yanaşmıyorsa, bu durum tehlike arz ediyorsa, bitmesi devam etmesinden çok daha iyi sonuçlar doğuracaksa o evliliğin sonlandırılmasında fayda vardır. Yine de bu tarafların özgür iradesiyle alacağı bir karardır. Bu noktada da evlilik terapisi süreci farklı yönde işler. Sağlıklı boşanmanın nasıl gerçekleşeceği, tarafların en az yıpranmayla nasıl bitişe ulaşacağı, çocukların psikolojik durumlarının takibi, boşanma sonrasında olabileceklerin önceden provasının yapılması, kriz anlarındaki kurtarıcı stratejilerin gözden geçirilmesi ve bireylerin yeni yaşamlarına adaptasyonları hakkında çalışılır.
Psikolog ve Hipnoterapist
Ceren AKBOYAR