Yeryüzünde her 100 kişiden birini etkileyen, toplumumuzda %1 oranında, genelde 15–35 yaş arasında görülen, dünyada 60 milyon, Türkiye’de ise 600 bin kişiyi etkileyen ŞİZOFRENİ HASTALIĞINI ne kadar tanıyoruz?
Bu kavramı ilk kullanan İsviçreli Psikiyatrist Eugen Blever’dir. Şizofreninin birçok tanımı yapılmıştır. Bunlardan bazıları şöyle:
“Duygu, düşünce ve davranışlardaki temel bozukluklarla kendini gösteren psikotik bir bozukluktur.”
“Hem kişinin hem de çevresindekilerin yaşantısını önemli ölçüde etkileyen bazı değişikliklere yol açan kronik bir hastalıktır. Bu değişiklikler geçici de olabilir kalıcı da…”
“Şizofreni (schizo–phrenia) kelime olarak 1900’lü yılların başlarında ise zihin bölünmesi, kişilik bölünmesi, zayıf kişilikli olma, tembellik veya zekâ geriliği olarak ele alınmaktaydı.”
Şizofreni önemli bir ruhsal hastalıktır. Bu kişilerde toplum kurallarına uymada zorluk, hayal ile gerçeği ayırt edememe, gerekli duygusal tepkileri gösterememe ve duygularını ifade edememe, ifadelerin donuklaşması, mantıksal düşünememe, konuşmada yetersizlik, unutkanlık gözlemlenmektedir. Yine bu kişilerde kendine özenin azalması ve alışılagelmişin dışında giyim tarzının görülebileceği gibi hiçbir farklılık da görülmeyebilir. Şizofrenlerde mimik ve jestlerde azalma, çevrede olan bitene karşı ilgisizlik yani duyguların dışa vurumunda sorunlar görülebilir. Aslında şizofreni olan kişiler için yüzde yüz geçerli olan TİPİK BELİRTİLER yoktur!!!
Şizofreninin nedeni tam olarak bilinmemekle beraber kalıtımın, ruhsal problemlerin, çevresel ve biyokimyasal etmenlerin ve stres olgusunun şizofreninin tetikleyicileri olduğu bilinmektedir. Tabi ki organik nedenlerin etkisini de unutmamak gerekir.
Bugün şizofreninin ortaya çıkışında rol oynayan dopamin ve seratonin sistemleri gibi, beyinde yer alan taşıyıcı sistemlerin şizofreni de etkili olduğu bilinmektedir. Şizofrenide ilaç kullanımı önemli bir etkendir. Şizofrenlerin hepsinde belirtilerin görülmemesi, her ilacın her hastaya yaramaması, hastalığın kişiden kişiye değişen özelliklerinin olduğunu düşündürmektedir. Çevresel faktörlerde hastalığın ortaya çıkışında rol oynar.
Bu hastalarda genelde tek başına ilaç tedavisi yeterli olmaz. Aynı zamanda ilaç haricindeki “psikososyal tedavi”lerin uygulanması tedavinin seyrini hızlandırır.
Şizofreninin ortaya çıkışında biyolojik, çevresel ve psikososyal etkenlerden herhangi biri rol oynayabileceği gibi, bunlar birliktede rol oynayabilmektedirler. Ayrıca stres yaratan durumlara kişinin fazlaca maruz kalması bazılarında şizofreninin ortaya çıkışını hızlandırır. Şizofreninin ortaya çıkışında bireysel yatkınlık önemlidir. Şizofreninin ortaya çıkışına sebep olan olumsuz durumlara maruz kalan her kişi, şizofren olmuyor sonuçta!
Şizofreni değişik şekillerde ortaya çıkar. Bazılarında aniden ortaya çıkar, bazılarında da yavaş yavaş gelişir. Aniden ortaya çıkan şizofrenlerde hastalık hızlı ilerler. Bu kişilerde şiddetli semptomlar görülür ve bunların kontrol edilmesi zordur. Şizofrenisi yavaş seyredenlerin başlangıçta içine kapanma, kendini önemsememe, dikkat toplama güçlüğü, içinde yaşadığı topluluğa ve topluma karşı ilgiyi kaybetme gibi fazlaca belirgin olmayan, ilk bakışta şizofreniyi düşündürmeyen belirtiler görülebilir. Fakat genelde şizofreni bazı psikiyatrik hastalıklarla karıştırılır. Çünkü bu kişilerde gerçekte olmayan sesler işitme veya gerçekte olmayan imgeler görme, garip pozisyonlarda uzun süre hareketsiz durabilme veya aşırı hareketlilik görülebilir.
Paranoid ve Basit Şizofreni
PARANOİD ŞİZOFREN:
Şüphecilik ile ilgili belirtiler daha baskındır. Burada gözlemlenen durumlar; ona kötülük yapmak isteyenler vardır, takip edildiğini düşünür, yemek yerken zehirlenme olasılığı vardır ve kendince korunmak için önlemler alır, odasına dinleme cihazı yerleştirilmiş olabileceğinden tedbirli konuşur, eşi tarafından aldatılabileceğini düşünür.
BASİT ŞİZOFREN:
İçine kapanma, sosyal çevreden kopukluk ve sosyal aktivitelerde azalma, kendine bakımın azalması haricinde fazlaca belirtiyle karşılaşmayız basit şizofreni yaşayan insanlarda.
ŞİZOFRENLER GERÇEKLE HAYALİ AYIRT EDEMİYOR
“Gerçekle hayalin arasındaki ince çizginin arkasında saklıdır şizofreninin hikâyesi.”
“Anne ben hep dünde çocuk kaldım” diyor şiirinde bir şizofren hastası. İlk halüsinasyonlarını 4 yaşında görmeye başlamış. 15 yaşında durum daha da ilerlemiş ve ne yazık ki hayal ile gerçeği ayırt edemez olmuş. Bir gün Napolyon ile savaşta iken, ertesi gün Osmanlı ordusuyla harbe katılmış. Kimseye söyleyememiş gördüklerini ve kendisi de bilmiyormuş yaşadıklarının ne olduğunu. Ta ki bir gün okuduğu kitapta psikolojik hastalıklar hakkında bilgi edinip doktora gidene kadar! Sonrasında şizofren tanısı konup tedavisine başlanmış.
Nobel ödüllü John Forbes Nash da bir şizofrendi. Hayatı Russel Crowe’un canlandırdığı “A BEATİFUL MİND/AKIL OYUNLARI” adlı filme konu olan Nash şanslı şizofrenlerden biri. Eşinin desteği, okuduğu ve eğitmenlik yaptığı okulda hastalığının sorun olarak görülmemesi, onun gerçekle hayali ayırt etmesini sağlamış.
Oysa dünyada özellikle de ülkemizde bu kadar şanslı değil şizofrenler. Onlar tedavileri ve kaderleriyle baş başa bırakılıyorlar. Zaten içine kapanık olan bu hastalar ve onlardan en çok etkilenen aileleri toplumdan aldıkları olumsuz tepkilerden dolayı sosyal hayattan yavaş yavaş kopuyorlar. Şizofrenlerde gerçekle bağlantısı olmayan inanışlara sıklıkla rastlanmaktadır.
Birde bu kişilerde görülen bazı durumları ele alalım:
- Düşüncelerinin diğerleri tarafından bilindiği,
- Ona kötülük yapmak için fırsat kollayanların olduğu,
- Ailesinden birinin bile ona zarar verebileceği,
- televizyonlardan duyduklarının aslında ona mesaj olarak gönderildiği,
- İç organlarının bütün olarak çalışmayıp bazılarının tamamen yok olduğu,
- Uzaylıların kendisiyle irtibat kurduğu vb… düşünebilir.
Gerçekte olmayan sesler duyulur, gerçekte olmayan imgeler (korkunç yaratıklar, garip şekiller, kendini bir başkasının kılığında görme) görülebilir. En acısı da bir zaman sonra bu ses ve görüntüler ayırt edilememeye başlanır şizofrenler tarafından. Görülen imgeler, duyulan sesler onları korkutur. Bunlar kendi beyinlerinin ürünüyken bunu kabul etmez dışarıdan birileri tarafından yapıldığını düşünürler. Bu seslere yanıt verme ya da görülen nesneyi takip etme durumları olabilir. Şizofrenlerin bu durumu dışarıdan bakıldığında kendi kendine konuşuyormuş veya sabit bir noktaya bakıyorlarmış gibi görülebilir.
Şizofreninin Zekâyla Doğrudan Alakası Yok
Şizofreni; migren, epilepsi gibi beyin hasarı sonucu görülen bir hastalıktır. Yapılan araştırmalar ve şizofreniye yakalanmış John Forbes Nash, Michael Laudor gibi daha niceleri bize şizofreninin zekâ ile alakası olmadığını göstermektedir. Hatta bazıları üstün zekâlı bile olabiliyor. Fakat bu rahatsızlığın ağına takılan kişilerin duygu, düşünce ve davranışlarında değişiklikler meydana gelmektedir.
Şizofrenlerde Saldırganlık
Şizofreni hastalığın dikkat çeken en önemli yanı saldırganlık özelliği gösterip çevresine zarar vermesidir. Kişideki saldırganlığı tespit etmek için cevaplarını bulmamız gereken sorular vardır. Bunlar:
- Bu kişileri saldırma noktasına getiren nedir ve kimlere saldırıyorlar?
- Bu kişilerde saldırganlık oranı nedir?
- Ağır suç işlemiş şizofrenler hangi işlemlere tabi tutuluyor?
Uzmanların aynı paydada birleştiği cevap, saldırganlık açısından normal insanlarla şizofrenler arasında farklılığın OLMADIĞIDIR. Yapılan araştırmalar sonucu bu kişilerin daha çok aile üyelerine, yakın çevrelerindekilere, okulda, işte, evde ve mahallede daha çok temas ettikleri kişilere karşı saldırıda bulundukları gözlemlenmiştir. Çünkü hezeyanlar, takıntılar ve şüpheler yani tüm olumsuz düşünceler bu kişiler üzerinde gelişiyor. Özellikle şüpheciliği hat safhada olan hastalar ilaç kullanmıyorlarsa saldırganlığın ortaya çıkışı daha hızlıdır. Yine alkol ve madde bağımlılığı olan hastalarda saldırganlık daha sık görülür. Şizofrenlerde intihar riski yüksektir.
Biraz da bu kişilerde SALDIRGANLIĞIN ortaya çıkışını irdeleyelim:
Türkiye’deki ilk Adli Psikiyatri Eğitim ve Araştırma Birimi’nin kurucusu ve yöneticisi Niyazi Uygur, şizofrenlerde saldırganlığın ortaya çıkışını şu şartlara bağlıyor:
- Tedaviye muhtaçların tedavisinin ihmal edilmesi
- Hastaların tedaviye ulaşamaması
- Tedaviye ulaşmada güçlüklerin ortaya çıkması
- İçinde bulunulan kişiye zorlantı veren sıkıntılar
Şizofrenlerde Aile ve Çevrenin Önemi
Öncelikle belirtme ihtiyacı duyduğum konu, 1996 yılında, İstanbul’da hastalara ve ailelerine destek amacıyla kurulan İLK sivil toplum örgütü olan “Şizofreni Dostları Derneği”nin bu alanda çalışmalarını başarılı ve aktif bir şekilde sürdürmekte olduğudur. Benim bu çatı altında gerçekleştirilen grup terapilerine katılma fırsatı elde etmemi sağlayan da Mesut Demirdoğan’dır.
Mesut Demirdoğan 1986 yılında, 17 yaşında yakalanır şizofreniye. Hezeyanlar birbirini izler, halüsinasyonlar görür, kulağına bazı sesler gelmeye başlar. Aşırı şüpheci olur, işini kaybeder, eve kapanır, zaruri ihtiyaçlar haricinde dışarı çıkmaz. Sosyal çevresi sıfırlanır. Bu durumlar adını duyduktan sonra gidip geldiği bir dernek vasıtasıyla yavaş yavaş kaybolmaya başlamıştır. Kendine olan güveninin artmasına sebep olur. Şimdi Türkiye’nin alanındaki ilk ve en kapsamlı sivil toplum kuruluşu olan ve onu hayata yeniden bağlayan Şizofreni Dostları Derneği’nin başkanlığını yapmaktadır.
Hastalığın seyrinde kişi için en önemlisi bu konuda bilinçlenmiş aile desteğini hissetmektir. Bunun haricinde akrabaların, arkadaşların özellikle de sosyal yardım kuruluşlarının desteği göz ardı edilemez. Birçok durumda şizofrenlerin sosyal destek ihtiyacı artış gösterir. Mesela tedavi olmak istemeyen hastaları doktora gitmeye razı etmek gerekir. Hastalığın doğası gereği başlangıçta kişiler hasta olduklarını kabul etmeyebilirler. İşte bu durumda sosyal kuruluşların önemi devreye girer. Bu kuruluşların aileleri ve hastaları bilinçlendirmesi toplumumuz için en büyük adımdır.
En büyük pay ise ailelere düşmektedir. Ailenin açık ve net bir ilişki kurması gerekir. Şizofrenisi olan insanlarla en iyi anlaşanların, onlara en doğal davrananların olduğu bilinmektedir. Ailelerin bu kişilere aynı anda birden fazla istekte bulunmadan, düşüncelerini değiştirmek için ikna etmeye çalışmadan, topluca yapılan faaliyetlere girmeleri için zorlamadan, yalnız kalma isteklerine, duygusal mesafe koyma ihtiyaçlarına saygı duyarak davranmaları gerekir. Ailelerin davranışları tedavi sürecini olumlu ya da olumsuz yönde etkiler. Aile ortamında her yaptığına karışılan, her eylemi eleştirilen, engellenmelere maruz kalan ve ilaçlarını da düzenli olarak kullanan şizofrenle; aile ortamında önemsenen, değer verilen, her konuda fikri alınan şizofrenlerin tedavi süreçleri elbette farklıdır.
Şizofreni Dostları Derneği başkanı ile yaptığım görüşmede Mesut Demirdoğan ailevi, sosyal ve tıbbi destek alındığında şizofreninin atlatılamayacak bir hastalık olmadığını, şizofrenlerin saldırgan kişiler olmadığını ve onların problemlerinin sadece kendi dünyalarında olduğunu ifade etti.
Evet. Yazılacak daha o kadar çok satır var ki; dile dökülmeyi bekleyen daha o kadar çok kelime var ki… Uçsuz bucaksız bir durum ŞİZOFRENİ!!! Birazcık olsun anlatabildiysem ne mutlu bana.