Günümüzde yağ dokusunun adipokinler olarak bilinen, lokal ve sistemik etkili çeşitli biyoaktif peptidleri sentez ve eksprese ettiği bilinmektedir. Sentez edilen ürünlere ek olarak yağ dokusunda, merkezi sinir sisteminde olduğu gibi gelen uyarılara yanıt verilmesini sağlayan reseptörler de bulunmaktadır. Böylelikle yağ dokusunun enerji depolama yanı sıra merkezi sinir sistemi de dahil olmak üzere uzak organlarla iletişim sağlayan bir metabolik mekanizma işlevi bulunmaktadır.
Yağ dokusunun kaybı veya fazlalığı, birbirine zıt metabolik sonuçlar doğurmakta ve bu durum yağ dokusunun önemli endokrin fonksiyonları olduğunu göstermektedir. Obezite ya da özellikle viseral yağ dokusu artışı, insülin direnci, hiperglisemi, dislipidemi, hipertansiyon, protrombotik ve proinflamatuvar süreçlerle ilişkilidir. Obezitenin prevalansı ve neden olduğu metabolik sendrom olarak da bilinen hastalıklar salgın düzeyine yaklaşmıştır. İlginç bir bulgu olarak lipodistrofi veya yağ dokusu eksikliği de insanlarda ve kemirgenlerde metabolik sendrom benzeri bulgularla karşımıza çıkmaktadır. Bu yolla yağ dokusu artışı ve kaybı zararlı metabolik sonuçlar doğurmakta, birtakım ağır tıbbi ve sosyoekonomik yükler getirmektedir.
Yağ dokusunun oldukça aktif metabolik ve endokrin bir organ olduğu açıktır. Yağ dokusunda yağ hücreleri dışında bağ dokusu matriksi, sinir dokusu, stromovasküler hücreler ve immün hücreler de bulunmaktadır. Her ne kadar yağ hücreleri leptin ve adiponektin gibi değişik endokrin hormonları salgılayıp eksprese etse de salgılanan birçok protein yağ dokusunun yağ hücresi olmayan kısmından kaynaklanmaktadır. Yine de bu bileşenler bir bütün şekilde işlev gördüğünden yağ dokusunu gerçek bir endokrin organ haline getirmektedir.
Yağ dokusu iki büyük gruba ayrılmaktadır: beyaz yağ dokusu (WAT) ve kahverengi yağ dokusu. WAT vücudumuzda toplam yağ dokusunun en geniş bölümünü kaplamakta ve enerji depolanması için kullanılmaktadır. Özellikle küçük memelilerde ve yenidoğanlarda kahverengi yağ dokusunun temel görevi ise vücut ısısının sağlanmasıdır. WAT birçok hücre tipinden meydana gelmiştir. Bunlar arasında yağ hücreleri en çok bulunanlardır. Yağ dokusunda ayrıca stromovasküler hücreler makrofajlar da bulunmaktadır. Makrofaj sayısı yağ hücresi sayı ve büyüklüğü ile doğru orantılıdır. Yağ hücreleri ve makrofajlar arasında birtakım benzerlikler de mevcut olup, yağ hücresi öncüllerinin makrofajlara ayrımlaştığı da bildirilmiştir.
Yağ dokularından cilt altı (SC) ve viseral yağ dokuları hastalıkların dağılımı göz önüne alındığında farkları en iyi tanımlanmış yağ depolarıdır. Viseral yağ dokusu metabolik sendrom gibi birçok hastalık için artmış risk ile ilişkilidir. Hastalık gelişimi açısından gözlenen bu farklılık yağ depolarının endokrin fonksiyon farklılıklarından kaynaklanmaktadır. Viseral yağ dokusu kaynaklı endokrin hormonlar doğrudan portal sisteme salgılanmakta ve KC�e ulaşmakta ancak SC yağ dokusu kaynaklı hormonlar ise sistemik dolaşıma salgılanmaktadır. Bu nedenle viseral yağ dokusu kaynaklı hormonların metabolik etkileri daha çok KC üzerinde ortaya çıkmaktadır. Viseral ve SC yağ dokusu depolarının kendilerine özgü adipokin ekspresyon ve salgılanma profili vardır. IL-6 ve PAI-1 ekspresyon ve salgılanması viseral yağ dokusunda daha fazla, leptin ve adiponektin ekspresyon ve salgılanması ise SC yağ dokusunda daha fazla gerçekleşmektedir. Ayrıca eksprese edilen reseptörler açısından da yağ dokuları arasında fark bulunmaktadır. Viseral yağ dokusunda anjiyotensin 1 (AT1), β3-adrenerjik, glukokortikoid ve androjen reseptörleri SC dokuya oranla daha fazla eksprese edilmektedir. Henüz bu farklılıkları açıklayacak mekanizmalar kesin olarak bilinmese de yağ dokuları arasındaki bu farklılıklar yağ dokusunun basit bir endokrin organ olmadığını hatta birbirine benzer ancak ayrı endokrin organlar olduğunu düşündürmektedir.
Obezite günümüzde düşük dereceli inflamasyon ile birlikte anılmaktadır. İnflamasyon göstergelerinden C-reaktif protein (CRP) ve IL-6 düzeyleri zayıflarla karşılaştırıldığında obez kişilerde anlamlı derecede yüksek bulunmuş olup özellikle viseral yağlanma gösteren kişilerde sistemik inflamasyonun varlığı tip 2 diyabet ve kardiyovasküler hastalık gelişme riskini arttırmaktadır. Obezite ve ilişkili hastalıklar arasındaki bu bariz ilişki hakkındaki araştırmalar son on yılda belirgin şekilde artmış ve yağ dokusunun vücuttaki fizyolojik ve patolojik olaylarda aktif rol oynadığını ortaya koymuştur. Yağ dokusunun günümüzde aktif sekretuvar bir organ olduğu, sinyaller göndererek gelen sinyallere tepki verdiği ve iştah, enerji tüketimi, insülin duyarlılığı endokrin ve üreme sistemleri, kemik metabolizması, inflamasyon ve bağışıklık sisteminin düzenlenmesinde rol oynadığı kabul edilmektedir.
Yağ dokusu kaynaklı birçok endokrin hormon tanımlanmış olsa da leptin gibi ayrıntılı olarak bilinenler için bile fizyolojik rollerinin tam olarak ortaya konması amacıyla daha ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Bilinen genlere ek olarak yağ dokusunda eksprese edilen genlerin yaklaşık %40 kadarı yeni tanımlanmış olup %20-30 kadarı salgılanan proteinlere ait genlerdir. Bu genler ve ürünleri üzerinde yapılan çalışmalar arttıkça yağ dokusunun endokrin fonksiyonları daha iyi anlaşılacak ve enerji dengesi ile diğer fizyolojik sistemler arasındaki ilişki aydınlatılacaktır.